• Bizi Takip Edin
  • Follow Us
Türkiye’nin dünyada en iyi tanınan yönetim danışmanlık şirketiYaşam kalitesi, yönetim kalitesi ile artar Globally recognized Turkish management consulting firmImproving quality of management improves quality of life

Yaşamak Demek Çalışmak Demektir

Canlılar fayda yarattıkları sürece yaşarlar. Meyve vermeyen ağaç, kurur. Üreyemeyen hayvan, yok olur. Üretmeyen insan da mutsuz olur, sağlıksız olur. “İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır.” Bu nedenle, ürettiği fayda kendi yaşam süresini aşanlar, ölümsüzleşirler. Örneğin, Mevlana, Yunus Emre, Mimar Sinan, Atatürk, Leonardo da Vinci, Galileo, Newton, Einstein eserleriyle hâla yaşamıyor mu? “İnsanların sevapları, yaşam sürelerini üç şekilde aşar: diktiği ağaç ile, yetiştirdiği çocuklar ile ve yarattığı eserler ile.” Bu nedenle, çalışmak, üretmek, faydalı olmak yaşamak demektir.

Çalışmak önemli bir zenginliktir. Çalışmanın, işinin değerini bilenler yaşam kalitelerini artırırlar. İşin insana sağladığı kazanımları doğru değerlendirmek, işte başarı için önemli bir ilk adımdır. İş insana dört boyutta kazanç sağlar.
1. İlk akla gelen kazanç çalışma sonucunda elde edilen gelirdir. Ancak gelirin yan ısıra, sağlık ve hayat sigortası ile yaşama ilişkin risklerin mali yüklerinin azaltılıyor olması da çoğu zaman göz ardı edilen önemli bir kazançtır. Ayrıca, emeklilik dönemi için ödenen primlerde insanın gelecek kaygısını bir ölçüde de olsa azaltan önemli bir kazanç olarak ortaya çıkıyor. Özetle, iş insana yaşamının bugününü, yarınını ve risklerini yönetmek için finansal kazanç sağlıyor.
2. İnsanların sosyal çevrelerini belirleyen unsurlardan da biri, iş. Çalışma hayatında tanışılan iş arkadaşları, müşteriler, tedarikçiler, işbirliği ortakları insanların özel hayatına da kalite katıyor. Bu dostluklar, insanın sosyal gelişimine destek sağlıyor.
3. İş hayatının insana kattığı en önemli özelliklerden birisi de yetkinliklerin gelişmesidir. “İşleyen demir, ışıldar.” atasözü ile özetlendiği gibi çalışma hayatı insanın bilgi düzeyi, problem çözme yetkinlikleri, yeni teknolojilere uyum yeteneği gibi birçok önemli konuda gelişimine katkıda bulunur. Bu yetkinliklerin gelişmesi insanı hem mevcut işinde, hem de kariyerinin ilerleyen dönemlerinde edineceği işlerde başarılı kılar. Aynı zamanda, bu konulardaki gelişmeler insanın özel hayatına da olumlu olarak yansır.
4. İş hayatındaki çalışmalar insanların etki alanının da gelişmesini sağlar. İş, insana sonuç elde etmesi için önemli imkanlar sunar. Çalışanın kullanımına sunulan makina, ekipman, tedarik zinciri ve sosyal çevre işini iyi yapanlar için önemli bir güç kaynağıdır.
İş hayatının sağladığı bu imkanları iyi değerlendirmeyenler, kariyerlerinde de başarılı olamazlar. Özellikle, büyük şirketlerde çalışan, ve dolayısıyla büyük imkanlarla işleri yürütenlerin başarıdaki tüm kerameti kendilerinde görmeleri sonucu işten ayrılmaları durumunda büyük güçlüklerle karşılaştıkları bilinmektedir. Geniş imkanlarla iş yapmaya alışanlar, dar imkanların olduğu ortamlara uyum sağlayamazlarsa iş hayatlarında da sorunlarla karşılaşırlar.
Benzer bir şekilde, iyi bir işte çalışırken işten ayrılanlar, bir sonraki iş aramada aşırı seçici olur ve işsiz kaldıkları dönemi uzatırlarsa sadece maddi kaynaktan değil, aynı zamanda kendilerini ve çevrelerini geliştirme fırsatlarından da yoksun kalarak gelişimlerine darbe vurmuş olurlar.
Çalışma hayatında sosyal çevreye önem vermeyen, insan ilişkilerini iyi yürütemeyenler, çalışma hayatının sunduğu önemli katkılardan olan sosyal çevre ve etki alanı konusunda kendilerini yeterince geliştiremezler. Bu nedenle, işlerinde sağladıkları başarı dar bir alanda kalır.

Kariyerini bilgi ve yetkinliklerini geliştirmek üzere planlamayanlar ise hem çalıştıkları işyerinde yükselme konusunda, hem de başka iş bulma konusunda geri kalırlar.  İnsanın kariyeri boyunca birbiri ile tutarlı fakat farklı yetkinlikleri geliştirmeye çalışması onun daha değerli olmasını sağlar.  Bu nedenle, insanların iş hayatında 5-7 yılda bir pozisyon değiştirmeleri tavsiye ediliyor.   Ancak, her tavsiye şartlara göre değerlendirilmelidir.   Örneğin, proje bazlı çalışan mimarlar zaten her projede iş değiştiriyor gibi farklı deneyimler kazanırlar.  Dolayısıyla, işin içeriğinin değişimi ve gelişimi de pozisyon değişimi ile eşdeğer olarak algılanabilir.

Çalışmak bir mutluluktur.  Kariyerinin değerini bilenler, yetkinliklerini, insan ilişkilerini ve etki alanlarını sürekli olarak geliştirmeye çalışanlardır.  Sürekli gelişim, yaşam kalitesinin artırılmasının anahtarıdır.

Aynı zamanda, yaşam süreleriyle birlikte çalışma sürelerimizin de artması gereğini iyi kavramalıyız.  Bundan 200 yıl öncesinde ortalama ömür 36 yıl iken, bugün 80’e yaklaştı.  Özellikle gen biliminde ve yapay organ üretimindeki gelişmeler hızlandıkça, yaşam süreleri ve yaşam kalitesi de artacak.  Bilim adamları ilk kez 150 yıl yaşayacak insanın bugün hayatta olanlar arasından çıkacağını tahmin ediyor.

Bundan 40 sene önce G7 ülkelerinde yaşayanların sadece %9’u 65 yaşın üzerindeyken, bugün bu oran %15’i aştı.  Avrupa’da doğum oranlarının ölüm oranlarını aştığı tek ülke Türkiye kaldı.

Ancak, çalışma alışkanlıklarımız, iş hayatına bakış açımız ve sosyal güvenlik sistemlerimiz henüz bu değişime ayak uyduramadı.  Şirketler 60 yaşını aşanları bir an önce emekli olmaya zorluyorlar. İnsanlar, belli pozisyonlara geldikten sonra daha düşük pozisyonlardaki işleri kabul etmiyorlar.  Emeklilik sistemlerimiz hızla yükselen ömürlere ve emeklilik maaşlarını ödeme güçlüklerine rağmen sistem değişikliğine direniyor.  Bunun sonucu bir çok ülkede emeklilik sistemleri sürdürülebilir olmaktan çıkıyor.  Bugün Türkiye’de de bütçe açıklarının en önemli sebeplerinden birisi sosyal güvenlik sistemlerinin açıkları olarak karşımıza çıkıyor.

Uzayan ömürler, insanların çalışma sürelerinin de uzamasını gerektiriyor. Üstelik, daha uzun süre çalışanların hayata bağlılıkları da artıyor ve daha uzun yaşıyorlar.  Ortalama ömürlerin 70’i geçtiği bir ortamda 25-30 sene çalışıp, prim ödeyerek 50 yaşının altında emekli olup, 20 seneyi aşkın bir süre için emekli maaşına hak kazanması sürdürülebilir olmaktan uzaktır.  Hele şu anda çalışma hayatına yeni başlamış olanlar için ortalama ömürlerin 90 yaşlarına kadar uzayabilecek olması hem artan sağlık harcamaları, hem de daha uzun emeklilik süreleri gerektireceğinden, çalışma sürelerinin önemli ölçüde artması gerektiğine işaret ediyor.

Ülkemizin sınırlı eğitim kaynaklarını kullanmış, tecrübe birikimi kazanmış fiziki gücü yerinde bir kitleyi emekliliğe sevk etmeye de tahammülü olmamalı.  Birikimleri ile ülke gelişmelerine katkıda bulunabilecek bu kitlenin, katma değer yaratmadan bir kenarda hayata devam etmesi, insan kaynağı israfıdır.

İnsanlara daha uzun çalışma süreleri sağlayabilmek için bir çok konuda değişim gerekiyor.  İşverenlerin yaşı nedeniyle belki enerji seviyesi daha düşük, ancak bilgi düzeyi yüksek kişilerden faydalanabilecek şekilde yeni işler oluşturmaları gerekiyor.  Belki daha az çalışma saatlerinden oluşan işler oluşturmak gerekiyor.

Bugünlerde gelişmekte olan sivil toplum örgütlerinde, kurumsallaşma çabasında olan aile şirketlerinde ve yeni gelişmekte olan hizmet sektöründe iş gücü ve yönetici açığı varken, genç emeklilerden oluşan bu iş gücü kaynağının, yeni iş arama konusunda bilgilendirilmesi ve cesaretlendirilmesi gerekiyor.  Farklı sektörde çalışmanın gerektirdiği davranış biçimleri ve yetkinlikleri kazanmaları için eğitim programları düzenlenmesi de faydalı olacaktır.

Yeni bir kariyere geçişi sağlayanlar bir taraftan yeni bir işin getirdiği heyecan ve keyfi yaşayıp gelir düzeylerini artırırken, diğer taraftan topluma faydalı olmaya devam ettikleri bilinciyle özgüvenlerini ve yaşam sevinçlerini artıracaklardır.

Belli bir yaşın üstündeki kişilerin, ulaştıkları en yüksek pozisyondan daha düşük pozisyondaki işleri küçümsemeden kabullenmeleri, belki başka iş kollarına transfer olmayı kabul etmeleri gerekiyor.  Onların akrabalarının ve çevrelerinin daha uzun süre çalışmayı teşvik etmeleri, en azından engellemeye çalışmamaları önem taşıyor.

Artık, emeklilik dönemi için planlanan tatilleri, aktiviteleri, çalışma dönemiyle birlikte hayata geçirme zamanıdır.  Ne yaşamayı ertelemeli, ne de çalışmadan birilerinin bize bakmayı taahhüt edeceği hayaliyle yaşamalıyız.   Çalışırken yaşamak, yaşarken çalışmak hayatımız boyunca sürdürmemiz gereken bir anlayış olacak.

Emeklilik sistemlerinin popülist yaklaşımlardan kaçınarak emekli olmak için gerekli çalışma sürelerini uzatmaları gerekiyor.  İnsanların yaşamlarını sürdürmek için sadece emeklilik sistemlerine güvenmeyip, tasarruflarını daha uzun yaşam sürelerini destekleyecek şekilde oluşturmaları gerekiyor.

Bireysel olarak yaşam süreleri belirsizliğini koruyor.  Ancak, toplumsal olarak (istatistik olarak) aile büyüklerimizden daha uzun yaşayacağımızı kabul edip, hayatımızın kurgusunu buna uygun olarak düzenlemeliyiz.  Daha uzun ve daha sağlıklı yaşayan insanlar, daha uzun süre çalışmalı, daha uzun süre üretken ve verimli olmalılar.  Çünkü, yaşamak demek, çalışmak demektir.

İstatistik Bilgisi Karar Kalitesini Artırır

Yönetim kararları sadece tecrübeye ve sezgiye değil, aynı zamanda verilere de dayandırılmalıdır. Özellikle bilgi teknolojilerindeki gelişmeler şirketlerin piyasa hakkında birçok veriyi daha kolay toplayabilmesini ve saklayabilmesini sağlıyor. Ancak, bu verilerden anlamlı sonuçlar çıkarmak ve bu bulguları kararlar için girdi olarak kullanabilmek istatistik bilimi hakkında bilgi sahibi olmayı gerektiriyor. İstatistik belli varsayımlara dayanarak ortaya konan teorik modelin verilerle test edilmesi ve bu test sonucu benimsenen model kullanılarak öngörülerde bulunulmasıdır. Kısaca, geçmişin verilerinden faydalanarak geleceğe ilişkin belirsizliği ve karar almada riski azaltma aracıdır. İstatistiki bilgiler önemli olmakla birlikte iyi anlaşılmadığında yanlış yorumlanmaya da açıktır.

Gerek her gün hastalarına teşhis koyan doktorlar, gerek mahkemelerde adil karar vermeye çalışan hakimler, gerekse şirketlerinde kaynak kullanımı konusunda karar veren yöneticiler gibi birçok meslekte karar verici konumda bulananların yeterince istatistik eğitimi almamış olması karar kalitesini olumsuz etkiliyor.

İnsanlar bir konuda karar verirken bilinçli veya bilinçaltı olarak farklı alternatiflerin gerçekleşme olasılıklarını değerlendiriyorlar. Özellikle önemli sonuçları olan konularda, bu değerlendirmelerinde isabet oranını artırmak için yeni verilere ulaşmaya çalışıyorlar. Ancak, bu konuda eğitim almamış olanlar, ki bu grup insanların büyük çoğunluğunu oluşturuyor, yeni edinilen bilginin ağırlığını doğru değerlendiremiyorlar. Bu durum, alınan kararlarda da isabetsizliğe neden olabiliyor.

Konuyu bir örnekle açıklayalım. Bir toplumda göğüs kanseri konusundaki taramalara katılan 40 yaşındaki kadınların %1’inde gerçekten göğüs kanseri bulunduğu belirlenmiş olsun. Aynı zamanda, göğüs kanseri olanların %80’inin mamografi sonuçları da pozitif çıkıyor olsun. Buna karşılık, göğüs kanseri olmayan kadınların %10’unda da mamografi yanlışlıkla pozitif çıkıyor olsun. Bu durumda, yapılan taramada mamografisi pozitif çıkan bir kadının göğüs kanseri olması olasılığı nedir?

Bu soruyla karşılaşan doktorların birçoğunun soruyu %70-75 olarak cevaplandırdıkları belirlenmiş.

Bu veriler ışığında soruyu cevaplandırmak için doktor olmak gerekmiyor. Siz de cevaplandırabilirsiniz. Ancak, istatistik konusunda bilgi sahibi olmayan doktorların olasılık tahminlerinin gerçek olasılıktan 10 misli kadar uzak olduğunu belirtmek gerekir(!) Doktorunuzun yanlış tahmininin gerek tedavi masrafları, gerekse hasta ve ailesi üzerinde yaratacağı stres göz önüne alındığında, istatistik öğrenmenin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor.

Şimdi sorunun cevabını bulmaya gelelim. Taramaya 40 yaşlarındaki 1000 kadının katıldığını düşünelim. Gerçekte bunların %1’i göğüs kanseri olduğuna göre taramaya katılanlar arasından 10 kişinin göğüs kanseri olacağını beklemeliyiz. Yukarıda verilen bilgilere göre elimizdeki mamografi testinin isabetliliği açısından, bu 10 kadından 8’inde mamografi sonucu pozitif çıkacak. Ayrıca, yine elimizdeki mamografi testinin özelliği nedeniyle göğüs kanseri olmaması beklenen 990 kadından 99’unda da mamografi yanlışlıkla pozitif sonuç verecek. Bu nedenle, mamografisi pozitif çıkanlar arasında göğüs kanseri olma olasılığı 8/(8+99) = %7.5 olarak belirlenir. Bir başka ifade ile, test yapılmadan önce %1 olan olasılık, mamografi sonucunda %7.5’a çıkmış oluyor.

Benzer durumlar, erkekler için PSA testi ile prostat kanseri riskini belirlemede, doğumdan önce yapılan testlerde çocuğun sakat doğması olasılığının hesaplanmasında da karşımıza çıkabilir.

Yine benzer bir durum bir mahkemede savcının şüpheliyi suçladığı bilginin etkisi için de kullanılabilir. Örneğin, DNA testinin milyonda bir hata oranı olduğu durumda, DNA’sı tutan bir şüphelinin suçlu olması gerektiğini ve yanılgı payının ancak milyonda bir olacağı argümanını getiren bir savcının karşısında şüphelinin avukatı da, Istanbul’da 13 milyon insanın yaşadığını bu nedenle bu testin yanılabileceği 13 kişinin olabileceğini, bunun da müvekellinin gerçekten suçlu olma olasılığını 1/13 gibi küçük bir ihtimale düşürdüğünü belirterek savunabilir. Ancak, savcının elinde başka deliller de varsa şüphelinin suçlu olma olasılığı hızla yükselebilir. Örneğin, şüphelinin arabasının cinayet sıralarında yakın bir trafik ışığında kameraya yakalanmış olması gibi. Bu nedenle, hata oranı ne kadar düşük olursa olsun, tek bir veriye dayanarak sonuca ulaşmak yerine, farklı kaynaklardan elde edilen verilerin bir bütün olarak ele alınması yapılan tahminlerin gerçek olma olasılığını artırır.

Teknolojik gelişmeler sonucu müşteri davranışları konusunda çok daha fazla veri toplanıyor olması ve toplam kalite yönetiminin ölç-değerlendir-iyileştir döngüsü istatistiki bilgileri iyi kullanabilmenin önemini artırmaktadır. Ancak, unutulmaması gereken bir konu ‘En güzel yalanların istatistikle söylendiğidir!’

İstatistik biliminde en önemli yanlışlar veriler toplanırkenyapılan örnekleme hatalarından kaynaklanır. Örneğin, bir ürünün rakipler karşısındaki avantaj ve dezavantajlarını belirlemek için yapılan bir çalışmada örnekleme müşteri listeleri esas alınarak yapılırsa, rakip ürünleri seçmiş olanların görüşleri alınmadığından piyasanın görüşü doğru olarak yansıtılmamış olur.

İstatistik modelleri sınırlı sayıda uç noktadaki veriden çok etkilenebilir. Bunun için uç örneklerin yanlış bir ölçümden veya özel bir durumdan kaynaklanıp kaynaklanmadığına dikkat etmek gerekir.

İki veri dizisi arasında bir korelasyon olması bir sebep-sonuç ilişkisinin ispatı değildir. Bunun için üç önemli soruyu cevaplandırmak gerekir: (i) İki değişken arasında bir ilişki olmasını öneren bir teorik model var mı? (ii) Değişkenlerden hangisinin değişmesi diğerini etkiler? (iii) İki değişken arasındaki korelasyonun başka bir sebebi olabilir mi? Örneğin, yumurta fiyatları ile hava sıcaklığı arasında yüksek bir korelasyon olması, yumurta fiyatlarını düşürmenin küresel ısınmaya bir çözüm olacağı anlamına gelmez!

İstatistik geçmiş dönemlere ait veriler kullanılarak geleceğe ilişkin öngörülerdeki belirsizliğin azaltılmasında kullanılır. Ancak, istatistik her hangi bir hipotezin doğruluğunu veya yanlışlığını yüzde yüz ispatlayamaz, sadece belli bir olasılıkla (”mesela %95”) hipotezin desteklendiğini belirtebilir. Matematik biliminin tersine, istatistikte “beşin” “dörtten” büyük olduğu ispatlanamayabilir!! Örneğin standart sapması “iki” olan bir veri tabanı, iki ayrı ölçümde elde edilen “dört” ve “beş” sayılarının birbirlerinden istatistiki olarak yeterince farklı oldukları iddiasını destekleyemez. Bu nedenle istatistiki olarak ayrıştırılamayan sonuçlar yöneticiler tarafından bir karar için kullanılmamalıdır.

Toplam kalitenin “verilerle yönetim” anlayışı için istatistiğin etkin bir yönetim aracı olarak kullanılması gereklidir. Ancak, bu iki ucu keskin aracı kullanırken verilerin toplanma sürecinden, analiz edilmesine ve yorumlanmasına kadar her aşamada dikkatli olma zorunluluğu vardır.

Bu nedenle, karar vericilerin istatistik bilgisini artırmak karar kalitesini artırır.

Internet Nesli

Ateş, tekerlek, buhar makinesi, elektrik gibi buluşların insanlık hayatında neden olduğu değişimler ne kadar önemliyse, İnternet de insanlığa en az o kadar önemli değişimler getiriyor. İnternet devriminin dışında kalanlar bu devrimin sağladığı olanaklardan yoksun kalmayı ve yarışı geriden izlemeyi göze almış demektir.

Öncelikle insanlığı derinden etkileyen daha önceki birçok buluşun aksine İnternete ulaşım kolay ve ucuz. Dolayısıyla çok daha fazla insanı, çok daha hızlı olarak etkiliyor. Fakir oldukları için mikro krediden faydalanan Bangladeş’li kadınların ilk ulaştıkları kredi ile bir mobil telefon alarak İnternet üzerinden köylerindeki ekonomik aktiviteyi tetikledikleri biliniyor.

İnternet bir taraftan bilgiye erişim maliyetleri düşürürken, aynı zamanda bu konuda insanlar arasındaki farklılıkları da azaltarak değer zincirlerinden aracı maliyetlerinin arınmasına da destek oluyor. Böylelikle, yarışma alanının eşitlenmesine yardımcı oluyor.

İnternetin önemli bir başka faydası da mekan ve zaman bağımsızlığı sağlayarak dünyanın farklı köşelerinde benzer ilgi alanları bulunan insanları neredeyse maliyetsiz olarak buluşturabilmesi. Bu özellik çok farklı alanda uzmanlık loncalarının kurulmasına ve paylaşılan bilginin artmasıyla hem yenilikçiliğin, hem de yenilikçi yaklaşımların yayılımının hızlanmasına yardımcı oluyor.

Değişim genellikle gençlerden başlar. Bu nedenle, İnternetin insan hayatına getirdiklerini iyi algılayabilmek için öncelikle gençlerdeki davranış değişikliklerini irdelemek fayda sağlar.

Gençlerin İnternet kullanımına bakıldığında 7/24 İnternet ağlarına bağlı kalmaya başladıkları gözleniyor. Sosyal ağlardan beslenen insanların İnternet ağından uzakta kalmaları, bağlarından kopmaları anlamına geliyor. Uyku saatlerinde bile mobil telefonlarını yanlarında bulundurmadıklarında rahatsız oluyor İnternet nesli. Yoğun İnternet kullanıcısı gençler arasında yapılan bir araştırma mobil telefonu yanında bulunmadığında rahatsız olduğunu ifade edenlerin %90’dan fazla olduğunu gösteriyor.

İnternet neslinde iş, eğlence, alış veriş, eğitim, politik aktivite, arkadaşlık gibi hayatın çok farklı alanları birbirinin içine giriyor. Aynı saat içerisinde aynı mobil cihaz ile hayatın tüm bu alanlarında etkileşimde bulunuyor gençler. Bu nedenle, çalışma saatleri – eğlence saatleri kavramları tarihe karışıyor.

İnternet neslini etkileyen en önemli gelişmelerden birisi de sosyal ağlar. Gençler sadece aile, tanıdık, sınıf arkadaşı, iş arkadaşı gibi ilişkilerin ötesinde ilgi alanlarını paylaşan tanımadıkları insanlarla da çok rahat ve kolay ilişki kurup, onları etkileyebiliyorlar. Orta Doğu’da yükselen isyanlar, büyük kitlelerin bu iletişim ve etkileşim ağları sayesinde ne kadar hızlı bir şekilde organize olabildiklerini gösteriyor.

İnternetin getirdiği ancak henüz yeterince faydalanılmayan bir başka husus da veri patlaması. Artık insanların kimlikleri, tercihleri, davranışlarıyla ilgili birçok bilgi kolayca dijital hale getirilip saklanıyor. Ancak, bu bilgileri etkin olarak kullanabilen ve veri madenciliğiyle analizler yapabilenlerin sayısı henüz kısıtlı. Bu konudaki yetkinliklerin gelişmesiyle önemli değişimler sağlanacak.

Önemli bir başka değişim de kişisel bilgilerin gizliliği kavramının network bağımlılığının faydaları karşısında sürekli zemin kaybetmesi. Artık kimin nerede, kim ile, ne yaptığı sürekli olarak kaydedilebiliyor. Yakında bulut teknolojisi ile insanlar telefon, tablet, bilgisayar gibi kendi araçlarına olan bağımlılıktan bile kurtulabilecekler. Dolayısıyla bir taraftan özgürleşen bireyler, diğer taraftan her adımlarıyla kontrol edilebilecekler. Bu ikilemin sosyal hayata etkileri de ilginç gelişmelere gebe.

Bu değişimlerin sadece şirketlerin organizasyon yapılarına, pazarlama yaklaşımlarına değil, aynı zamanda devlet yapılarına, insanların sağlık, eğlence, hatta seyahat konularındaki yaklaşımlarına da önemli etkileri olacak. Bu konuda yetkinliklerini geliştirmeyenler ise rekabetçi avantajlarını kaybedecekler.

İnsan Alışkanlıklarının Eseridir

İnsan alışkanlıklarının eseridir. Dolayısıyla, hayatında özel başarılara imza atanların nasıl farklılık yarattığını anlamak için öncelikle onların alışkanlıklarını izlemek gerekir. Hayatında farklılık yaratmak isteyenler de, öncelikle alışkanlıklarını gözden geçirmelidir.

Para ile satın alınamayan birçok değer, ancak zamanın etkin kullanımıyla kazanılabilir. Sağlıklı yaşam, sağlam bir vücut, yüksek bilgi düzeyi, kültür, sevgi dolu bir ilişki ağı, toplumsal saygınlık, bu konulara ilişkin günlük alışkanlıklar ile kazanılır.

Şampiyonluk için koşan atletler, yarışın koşulduğu saniyelerde değil, ondan önceki hazırlık döneminde kazanırlar. Antremanları aksatmayan, her gün farklılık yaratabilenler, yarış koşulurken önemli avantaj sağlarlar.

Takımında sadece ilk onbirde oynayanları değil, aynı zamanda geniş bir yedek kadroyu da formda tutabilen antrenörleri, lig maratonundaki sakatlıklar, cezalar korkutmaz.

Her gün düzenli olarak dişlerini fırçalayanlar daha sağlıklı dişlere sahip olurlar. Her öğün yemeğine dikkat edenler, aşırı kiloları taşımak zorunda kalmazlar. Düzenli olarak egzersiz yapanlar daha az sakatlık yaşarlar.

Düzenli olarak okuma alışkanlığı edinenlerin, araştırmaya zaman ayırma disiplini olanların bilgi düzeyi de güncelliğini yitirmez. Merakını yitirenler güncelliğini de yitirir.

Her gün çevresi ile güleryüzlü ilişki kuranlar, onları iyi ve kötü günlerinde unutmayanlar önemli bir sosyal birikim elde ederler. Böylesi bir birikim ancak zaman içinde elde edilir. Dolayısıyla, zamanı iyi kullanmayanların, sosyal sermayesi de düşük olur.

Toplumsal güven de ancak zaman içinde kazanılabilinen kırılgan bir değerdir. Söylemlerle eylemlerin tutarlılığı ve toplum için değer yaratabilmiş olmak toplumsal güven kazanılmasının temelini oluşturur.

Elektronik çağda eylem söylem tutarsızlıklarının açığa çıkma hızı da önemli ölçüde artmıştır. Dolayısıyla, davranışlarıyla farklılık yaratmak isteyenlerin tutarlılık konusuna özel önem vermeleri gerekiyor.

Farklılık yaratmak bireyler için olduğu gibi kurumlar için de sürekli ve düzenli bir uğraştır.

Şirketler de yetkinliklerinin güncel kalabilmesi için sürekli geliştirilmesi gerektiğini iyi anlamalıdır. Geliştirilmeyen yetkinlikler rekabetin mutlaka gerisinde kalır.

Müşterinin kalite anlayışı beklentilerinin aşılmasıdır. Bu tanım sürekli gelişmenin gerekliliğini ifade eder. Çünkü, beklentiler karşılandıkça yerlerini daha yüksek beklentilere bırakırlar. Dolayısıyla, dün mükemmel olarak kabul edilen bir hizmet seviyesi, bugün ancak yeterli, yarın ise yetersiz olarak nitelendirilecektir. Bu nedenle, beklentiyi karşılamak, ancak sürekli gelişme ile sağlanabilecek bir düzeyi ifade eder.

Müşteri sadakati elde etmek hem onun beklentilerini her zaman karşılamakla, hem de özel durumlarda özel tedbir alabilecek esnekliği göstermekle sağlanır.

Ürün geliştirmek için araştırma ve geliştirmeye düzenli olarak kaynak ayırmaksızın müşterinin gelecekteki ihtiyaçlarına cevap verebilecek fırsatları yaratmak da çok güç olur.

Toplumsal sorumluluk konusuna düzenli olarak eğilmeyen şirketler, kamuoyunda bir risk ile karşılaştıklarında bu konuda güvenilirlik kazanmak için çok geç kalmış olurlar.

Özetle, gerek kişisel boyutta, gerekse kurumsal boyutta farklılık yaratmak istiyorsak her gün yaptığımız aktivitelere dikkat etmeli, düzen ve disiplini sağlamalıyız. Büyük başarılar her gün üst üste konan tuğlalarla inşa edilir. Her bir tuğlanın iyi yerleştirilmemiş olması veya zayıf olması, zaman içinde tüm duvarın sağlamlığını etkiler.

Bu nedenle, hem kendimizi yönetmekte, hem de kurumlarımızı yönetmekte her gün daha iyisini başarmayı, her gün farklılık yaratmayı hedeflemeliyiz.

Yaşam kalitemizi artırmak ancak bu anlayışla sürekli olarak yönetim kalitemizi artırmakla gerçekleşebilecek bir hedeftir.

Kariyeri Geliştirebilmek

Çalışanların hayatlarının en büyük kısmı işte ve uykuda geçiyor. Bu nedenle, kariyerinde mutlu olmayanlar aslında hayatlarında mutlu olmuyorlar. İnsanı mutlu eden önemli faktörlerden birisi de gelişmek ve yükselmek. Peki, kariyerinde gelişen ve yükselenlerin diğerlerinden farkları nedir?

Kariyerlerinde yükselenlerin ilk özelliği çalıştıkları işi mânalı bulmaları. Mânalı bir işte çalıştıklarını düşünenlerin motivasyonu, işe bağlılığı, enerjileri yüksek oluyor. Bu durum da iş tatmini, verimlilik, ve etkinlik artışı sağlayarak iş sonuçlarını etkiliyor. Sosyal psikologlar insan için en büyük keyfin farklılık yaratabildiğini hissedebilmek olduğunu söylüyorlar. Bu nedenle, birinci tavsiyem kendinize karşı dürüst olup, yetkinliklerinizin olduğu ve sevdiğiniz bir alana yönelmek, hobiniz ile işinizin örtüşmesini sağlamak.

Kariyerde başarılı olmanın ikinci önemli adımı zamanınızı ve enerjinizi etkin kullanabilmektir. Çünkü zaman, hayat demektir, yaşam demektir. Bu nedenle, bir insanı ve geleceğini en iyi tanımlayan unsur, zamanını nasıl kullandığıdır. Zamanı kullanırken sadece bugünü değil, aynı zamanda geleceği de düşünenler ve gelecek için yatırım yapanlar, geleceği şekillendirebilmek için adım atanlar, arzuladıkları geleceği yakalama şansını artırırlar. Ancak, zaman insanlar için en demokratik olarak dağıtılmış kaynaktır. Herkesin bir günde 24 saati vardır. Zaman, geri döndürülmesi, depolanması ve durdurulması mümkün olmayan kıt bir kaynaktır. Bu kıt kaynağın ne kadar etkin kullanıldığı, insanların kendilerini ve çevrelerini ne kadar geliştirebildiklerini belirleyen en önemli unsurdur.

Zaman yönetiminde önemli olan günün işlerini önceliklendirmek değil, öncelikleri günlük programın içine dahil edebilmektir. İnsanlar zamanlarının büyük bir bölümünü acil ama önemli olmayan işlerle harcamaktadır. Zamanında planlama yapılmadığı için acil hale gelen pek çok önemsiz iş, günlük hayatımızın önemli bir kısmını kaplamaktadır. Gerçekte yapılması gereken, kişinin hayatındaki amacını, vizyonunu belirlemesi, zamanını mümkün olduğunca bu vizyonu gerçekleştirmeye yönelik kullanmasıdır.

Üçüncü önemli unsur olumlu düşünce yeteneğidir. Çünkü, Hayat bir aynadır. Siz ona gülümserseniz, o da size gülümser.  Olumlu düşünme yeteneğini kazanmak için insan öncelikle kendisiyle barışık olmalıdır. Hatasız kul olmaz. Yapılan hataları eleştirmek yerine, kendini geliştirme fırsatı olarak görmek daha yapıcı sonuçlar verir.   Olumlu düşünmek, hataları reddetmek değil, onları birer iyileştirme fırsatı olarak görmek demektir. Olumlu düşünmek, hataların bir daha ki sefer nasıl önlenebileceğini düşünmek ve bunun için plan yapmaktır.

Kariyerde yükselebilmenin en temel araçlarından birisi de takım çalışmasına yatkın olmak ve sosyal ağlara, bağlantılara önem vermektir. “Bir elin nesi var. İki elin sesi var.” Takım çalışması konusunda başarılı olan, farklı disiplinlerdekilerle birlikte çalışabilen yöneticiler, diğerlerine göre daha hızlı yükseliyorlar. Yeni insan kaynakları sistemleri performans yönetiminde 360 derecelik değerlendirmelere yer veriyor. Bu nedenle şirketin farklı departmanlarında iyi izlenimler bırakabilen yöneticilerin daha üst düzey görevlere gelebilme potansiyelleri de artıyor. Şirketlerin rekabet ortamı ve piyasaları küreselleştikçe çok farklı kültürlerde çalışanları ve müşterileri iyi tanımak önemli bir özellik olarak ortaya çıkıyor. Bu nedenle, farklılıkların ve çeşitliliğin yönetimi konusundaki deneyimler ve yetkinlikler yöneticileri ön plana çıkarıyor.  Çalışanların gönlüne ve zihnine hitap edebilen, onları sürekli gelişmeye yönlendirebilen, motivasyonlarını yüksek tutabilen insanlar kariyerlerinde daha başarılı oluyorlar.

Özetle, kariyerini geliştirebilmek isteyenlerin sergilemeleri gereken davranışları özümseyen ve yaşamının parçası haline getirebilenler toplumda daha etkin ve faydalı işlere imza atarak kendi mutluluk seviyelerini de artırıyorlar.

Kendini Yenileyebilmek

Teknoloji geliştikçe, bir taraftan insanların ihtiyaçları hızla değişiyor, diğer taraftan edinilen bilgi birikimi de eskiyor. Bir zamanlar üniversite mezunu olmak bir ömür boyu belli bir kariyeri sürdürebilecek bilgi düzeyine erişmek anlamına gelirken, bugün meslek içi eğitimlerle bilgisini düzenli olarak yenilemeyenler güncelliklerini ve dolayısıyla mesleki sürdürebilirliliklerini de yitiriyorlar. Daha da önemlisi gelişen teknolojiler bazı mesleklere duyulan ihtiyacın azalmasına, yada tamamen ortadan kalkmasına yol açıyor. Daktilo tamircileri gibi…

Diğer taraftan yetişmiş insan kaynağına ve yeni mesleklere duyulan ihtiyaç artıyor. Toplum olarak gelişmelere ayak uydurmak demek, talebin veya rekabet gücünün azaldığı sektörleri sadece çalışanlarını korumak adına(!) suni teneffüsle yaşatmak yerine, cesaretle bu sektörlerden yenilerine geçebilmek demektir.

Bu nedenle, ekonomik kriz dönemlerinde işsizlikle karşılaşanların yeni alanlara yönelmelerini teşvik etmek ve desteklemek üzere geniş çaplı kariyer geçiş programları uygulanmalı. Örneğin, ülkemizde de kamu sektörü reformunun önündeki en önemli engel işsizliğin artması korkusu. Halbuki korkunun ecele faydası yok. Bu korku nedeniyle verimsizliği sürdürmeye çalışmak, toplum olarak kıt kaynaklarımızı doğru kullanmamızı engelleyip, rekabet gücümüzün ve refah seviyemizin düşmesine yol açar. Yapmamız gereken güncelliğini veya verimliliğini yitiren işlerde çalışanları ikinci kariyere hazırlayacak geçiş planlarını ve eğitimleri sağlamaktır.

Ayrıca, ülkemizin sınırlı eğitim kaynaklarını kullanmış, tecrübe birikimi kazanmış kırklı yaşlardaki bir kitleyi emekliliğe sevk etmeye de tahammülü olmamalı. Birikimleri ile ülke gelişmelerine katkıda bulunabilecek bu kitlenin, katma değer yaratmadan bir kenarda hayata devam etmesi, insan kaynağı israfıdır.

Bugünlerde gelişmekte olan sivil toplum örgütlerinde, kurumsallaşma çabasında olan aile şirketlerinde ve yeni gelişmekte olan hizmet sektöründe iş gücü ve yönetici açığı varken, kırklı yaşlardaki bu iş gücü kaynağının, yeni iş arama konusunda bilgilendirilmesi ve cesaretlendirilmesi gerekiyor. Farklı sektörde çalışmanın gerektirdiği davranış biçimleri ve yetkinlikleri kazanmaları için eğitim programları düzenlenmesi de faydalı olacaktır.

Üstelik, yaşlılıkta da kaliteli yaşam sürebilmenin en önemli araçlarından birisi verimli olarak çalışabiliyor olmak. Bu nedenle, özellikle mecburi emeklilik yaşı uygulamalarının değişen demografik trendlere uyarlanması ve yaşlılara iş bulmada fırsat eşitliği sağlayan politikaların uygulanması önem kazanıyor. Yaşlıların çalışma hayatına katılım sürelerini uzatabilmek için onların eğitiminin güncellenmesi de gerekiyor. Bu nedenle, yaşlanan bir dünyada sadece gençlere değil, ileriki yaşlardaki insanlara da sürekli eğitim sağlayabilmek üzere politikalar geliştirmek gerekiyor.

Ayrıca, yaşlılık dönemini de kapsayacak daha uzun çalışma süreleri sağlayabilmek için bir çok konuda değişim gerekiyor. İşverenlerin yaşı nedeniyle belki enerji seviyesi daha düşük, ancak bilgi düzeyi yüksek kişilerden faydalanabilecek şekilde yeni işler oluşturmaları gerekiyor. Belki daha az çalışma saatlerinden oluşan işler oluşturmak gerekiyor.

Yaşlıların çalışabilmeleri sadece ekonomik nedenlerle değil, yaşama bağlanabilme açısından da önemli. Bu nedenle, gönüllü kuruluşlarda görevler üstlenebilecek yetkinlikler kazandırılması onların aşam kalitesini artıran bir unsur oluyor. İnsanlar faydalı olduklarını hissettikçe yaşama bağlanıyorlar ve daha kaliteli bir yaşam sürebiliyorlar.

Yeni bir kariyere geçişi sağlayanlar bir taraftan yeni bir işin getirdiği heyecan ve keyfi yaşayıp gelir düzeylerini artırırken, diğer taraftan topluma faydalı olmaya devam ettikleri bilinciyle özgüvenlerini ve yaşam sevinçlerini artıracaklardır. Küçülen sektörlerde çalışanların yeni bir kariyere geçişini sağlayacak hazırlıklara önem vermemiz daha zengin ve mutlu bir toplum olmamıza hizmet edecektir.

Özetle, çalışmak bir mutluluktur. Kendilerini yenileyebilenler, yetkinliklerini, insan ilişkilerini ve etki alanlarını sürekli olarak geliştirmeye çalışanlardır. Sürekli gelişim, yaşam kalitesinin artırılmasının anahtarıdır. Çalışmak demek, yaşamak demektir.

Bilgi ve Sevgi Paylaştıkça Artar

Birçok kaynağın aksine, bilgi ve sevgi paylaştıkça artar. Bilgi ve sevginin bu özelliğini iyi anlamak yaşam kalitemizi artırmamıza yardımcı olur. Tarihte bilgi paylaşımı usta ile çırak arasında gerçekleşirken, matbaanın icat edilmesiyle bilgi paylaşımında yaşanan patlama bilimin ve uygarlığın gelişmesine ivme kazandırmıştır. Günümüzde ise özellikle internet ve internet üzerinde gerçekleştirilen paylaşım ortamlarını iyi anlamak ve onlardan faydalanmayı öğrenmek paylaşımın hızı ve kapsamında büyük gelişmeler sağlayarak rekabet gücümüzü ve yaşam kalitemizi artırmaya yardımcı olacaktır.

Teknolojik gelişmelerin sağladığı imkanlar üç temel alanda bilgi paylaşımından faydalanabilme fırsatı yaratıyor: (i) içerik geliştirmek, (ii) ortak ilgi alanına sahip topluluk ağlarının yaratılması (uzmanlık loncaları), ve (iii) karar destek sistemlerinin kurulması.

Kurumsallaşmanının ve yenilikçilik hızını artırmanın en önemli girdisi insanların zihinlerindeki bilgi ve deneyimin yazılması, standartlaştırılması ve paylaşılmasıdır. Bu nedenle, gelişimi tetikleyen ‘en iyi uygulamaların paylaşımı’ (kıyaslama çalışmaları) içerik geliştirmenin en önemli faydalarından birisidir. Gelişmeyi tetikleyen en önemli soru ‘Ne kadar daha iyi yapabilirim?’ sorusudur. İnsanoğlu en kolay başkalarını gözleyerek öğrenir. Bu nedenle, en iyi uygulamalara kolayca ulaşmak ve onlardan öğrenmek gelişimi hızlandırır.

Kurumlarda en büyük sorunlar iletişim eksikliğinden kaynaklanır. Özellikle şirketler büyüdükçe ve farklı coğrafyalara yayıldıkça koordinasyon güçleşir. Bu nedenle, bilginin eş zamanlı olarak paylaşımını sağlayan sistemler daha etkin takımlar kurulmasını sağlar.

Farklı bakış açılarını aynı problem üzerinde odaklayabilmek kurumda yenilikçiliği geliştirir. Bu nedenle, sorunları tanımlayıp kurum içi ve/veya dışındaki uzmanların sorunun çözümüne odaklanmasını sağlamak, çözümü hızlandırır.

Ürün ve hizmetler hakkındaki her şikayet veya öneri aslında bir hediyedir, iyileştirme fırsatıdır. Bu nedenle, özellikle müşterilerin bu görüş ve önerilerini toplamayı kolaylaştırıcı sistemler kurmak ürün geliştirme süreçlerini hızlandırır, daha müşteri odaklı olmayı sağlar.

Bilginin paylaşıldıkça artabilmesi için paylaşımın birbirleriyle yakın düzeyindekiler arasında olması önem taşımaktadır. Bu nedenle, aynı organizasyon içindeki benzer uzmanlık seviyesindeki sınırlı kişinin bilgi paylaşımının ötesinde kurumlar arası paylaşımın önemi artıyor. İşte, farklı kurumlarda çalışsalar da aynı konu üzerinde benzer bilgi düzeyinde bulunanların bilgi paylaşım ortamları yaratarak oluşturdukları yapılara “uzmanlık loncaları” deniyor.

Uzmanlık loncaları üyeliği kişisel seçimlerle bağlıyor. Ancak, lonca üyeliğinin devamı, bilgi geliştirme konusundaki motivasyonları ve katkılarıyla sağlanabiliyor. Herhangi bir loncada üyeler arasında bilgi düzeyi farkı açılmaya başladığında bu organizasyon yapısı kendisini yok edip, yenilerinin kurulduğu bir ortama bırakıyor.

Uzmanlık loncaları büyük şirketlerin farklı bölgelerindeki organizasyonları arasında kurulabildiği gibi, bir birinden tamamen bağımsız şirketler arasında da oluşabiliyor. İnternet sayesinde bu grupların bilgi paylaşımında mekan ve zaman kısıtları ortadan kalkıyor.

Özellikle siyasi karar alıcılar tarafından sıkça kullanılan kamuoyu yoklamaları, şirket yönetiminde de çalışanların görüş ve önerilerini toplmak için kullanılıyor. Internet üzerinde yapılan çalışmalarda katılımın örnekleme hataları oluşturmamasına özen gösterilmesi kaydıyla, bu tip çalışmaların maliyeti önemli ölçüde azaltılabilir.

Özetle, web teknolojileri bilgi paylaşımını hızlandırıp geliştirmek için etkin araçlar sunuyor. Bunları yönetimsel araç olarak kullanabilmek ise iş süreçlerine entegre edilmeyi, yönetim anlayışında değişiklikleri, katılımı özendirmeyi, ancak diğer taraftan da katılımcılar arasında bilgi düzeyi ve temsil açısından denge kurulmasını gerektiriyor.

Sürekli Öğrenme

Katma değer yaratmanın temeli bilgidir. Bilgi ise zaman içinde yaygınlaştıkça değer yaratma gücü düşer. Bu nedenle, odaklı bir şirketin çalışanlarının kendilerini sürekli olarak geliştirmelerini sağlamak şirketin sürekliliğini sağlamak için kritik öneme sahiptir.

Örneğin, müşterilerinin problemlerinin çözümüne ve gelişimine katkıda bulunmak üzere değişimi sağlamak için çalışan yönetim danışmanlık şirketleri çalışanlarının sürekli gelişimine özel önem verirler. Çünkü, yaygınlaşmış bilgi müşterileri açısından danışmanlık hizmeti almayı gerektirmez. Bu nedenle, danışmanlar hep bir adım önde olmalıdır. Öğretme ve değişimi tetiklemeyle yaşayan danışmanlar için sürekli öğrenme aslında bir yaşam savaşıdır.

Sürekli öğrenme sadece danışmanlık mesleği için değil, tüm şirketlerde gelişimin ve rekabet gücünün sürekliliği için vazgeçilmez bir unsur. Her kaynak için olduğu gibi insan kaynağının geliştirilmesi de iyi planlama ve etkin uygulama gerektiriyor.

İnsan kaynaklarının önemini ve bu değerli kaynağın geliştirilmesi için yatırımlarının artması gereğini görmeye başlıyan şirketler, ilk refleks olarak da çalışanlarının piyasada sunulan eğitimlerden “cazip” olanlarına daha yoğun olarak katılmalarına imkan sağlıyorlar. Hatta çalışan başına yılda kaç saat eğitim verdiklerini ölçüp, bunu kamuoyu ile paylaşmayı bir imaj yatırımı olarak görenler bile var. Bu eğitimlerden de mutlaka bir fayda sağlanıyor.

Ancak, her geçen yıl daha önemli bir yatırım olarak gündeme gelen eğitim yatırımlarını da diğer yatırımlar gibi ciddi bir şekilde planlanmak ve verimliliğini yükseltmeye çalışmak gerekiyor. Madem ki “en değerli kaynağımız insan kaynağı,” öyleyse onun en etkin şekilde kullanımı da şirketlerin “en önemli çalışmalarından” olmalı.

Çalışanların gelişimini planlamada şirketler için iki hedef var: (1) çalışanlara şirket standartlarını ve değerlerini kazandırılmak ve kişinin görevini olması gerektiği gibi yerine getirmesini sağlamak, ve (2) yüksek potansiyelli çalışanların vizyon ve bilgisini artırarak şirket için başka düzeylerde de katma değer yaratmasına hazırlık yapmak.

Eğitim planlamasının ilk adımı doğru planlama yapmaktır. Öncelikle, şirketin hangi mevcut veya potansiyel sorunlarla karşılaşacağı ve bunları çözebilmek için hangi yetkinliklere gereksinimi olduğu belirlenmeli. Eğitim planlaması şirketin stratejik öncelikleri ile bağlantılı olduğunda daha verimli sonuçlar veriyor.

İkinci adım eğitimden elde edilmesi beklenen sonuçların ölçülmesidir. Çünkü ölçülmeyen performans iyileştirilemez. Eğitim planlamasında en önemli hata, sonuçlarının ölçülmesi güç olan birçok alanda olduğu gibi, sadece girdilerin ölçülmesi. Bir başka ifadeyle yönetim tarafından takip edilen tek ölçütün çalışan başına verilen eğitim-saat olması. Bu ölçüm tekniği sonucunda verilecek kararlar da sadece bu kriterin artırılması veya azaltılması yönünde oluyor. Oysa, güç de olsa alınan eğitimden sağlanan yarara ilişkin ölçümlerin geliştirilmesine gerek var. Böylelikle sadece “ne kadar eğitim?” sorusuna değil, aynı zamanda “ne kadar fayda” ve “kimden, hangi eğitim?” sorularına da cevap verebilecek veriler toplanabilir.

Alınan eğitimin yararı eğitimden sonra yeni bilgilerin kullanılmasıyla sağlanıyor. Dolayısı ile eğitimden sonraki dönemde sağlanan iş ortamının yeni bilgileri kullanmaya uygun olarak hazırlanması ve eğitimin zamanlamasının buna uygun olarak planlanması eğitim yatırımlarının verimini artırıcı unsurlar. Üretimde olduğu gibi eğitimde de “just-in-time” kavramı verimliliği artırıyor. Eğitimde teknolojinin yaygın olarak kullanılması birçok noktada tam zamanında eğitim verilmesini de mümkün kılabiliyor.

Dikkat edilmesi gereken diğer bir konu da eğitim planlamasının sadece insan kaynakları departmanının işi veya çalışanın talebine bağlı olarak gerçekleştirilen bir faaliyet olarak görülmemesi gereği. Çünkü eğitim insan yönetiminin sadece bir parçası.

Eğitim planlaması hem performans yönetiminin, hem de kariyer planlamasının bir parçası olarak ele alındığında daha verimli sonuçlar verebiliyor. Performans yönetimi ve kariyer planlaması ise üst yönetimin en önemli görevleri arasındadır. Dolayısı ile eğitim planlaması üst yönetim tarafından performans yönetimi ve kariyer geliştirme süreçlerine yatırım olarak ele alınmalı.

Dünya ile rekabet edebilmek için tüm kaynaklarımızı verimli ve etkin kullanmalıyız. Çağımızda en önemli kaynak haline gelen insan kaynaklarını sürekli olarak geliştirmek için yapılan yatırımların da verimli olmasını sağlamak bu sürecin iyi yönetilmesinden geçiyor.

Yeni Bilginin Olasılıklara Etkisi

Herhangi bir konuda karar verirken insanlar bilinçli veya bilinçaltı olarak farklı alternatiflerin gerçekleşme olasılıklarını değerlendiriyorlar. Özellikle önemli sonuçları olan konularda, bu değerlendirmelerinde isabet oranını artırmak için yeni bilgi edinme yolunu seçiyorlar. Ancak, bu konuda eğitim almamış olanlar, ki bu grup insanların büyük çoğunluğunu oluşturuyor, yeni edinilen bilginin ağırlığını doğru değerlendiremiyorlar. Bu durum, alınan kararlarda da isabetsizliğe neden olabiliyor.

Yeni bir bilginin olasılık hesaplarını, veya bilgi edinilmeden önceki tahminleri nasıl değiştirdiği konusunda Bayes denklemi çok önemli bir araçtır. Yeni bir bilginin, bu bilgi edinilmeden önceki bilgi ve deneyime dayalı tahminleri nasıl değiştireceğini hesaplamak için Thomas Bayes’in yaklaşımını kullanmak gerekir. Konuyu bir örnekle açıklayalım.

Bir toplumda göğüs kanseri konusundaki taramalara katılan 40 yaşındaki kadınların %1’inde gerçekten göğüs kanseri bulunduğu belirlenmiş olsun. Aynı zamanda, göğüs kanseri olanların %80’inin mamografi sonuçları da pozitif çıkıyor olsun. Buna karşılık, göğüs kanseri olmayan kadınların %10’unda da mamografi yanlışlıkla pozitif çıkıyor olsun. Bu durumda, yapılan taramada mamografisi pozitif çıkan bir kadının göğüs kanseri olması olasılığı nedir?

Bu soruyla karşılaşan doktorların birçoğunun soruyu %70-75 olarak cevaplandırdıkları belirlenmiş.

Bu veriler ışığında soruyu cevaplandırmak için doktor olmak gerekmiyor. Siz de cevaplandırabilirsiniz. Ancak, Bayes denklemi konusunda bilgi sahibi olmayan doktorların olasılık tahminlerinin gerçek olasılıktan 10 misli kadar uzak olduğunu belirtmek gerekir(!) Doktorunuzun yanlış tahminin gerek tedavi masrafları, gerekse hasta ve ailesi üzerinde yaratacağı stres göz önüne alındığında, Bayes denklemini öğrenmenin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor.

Şimdi sorunun cevabını bulmaya gelelim. Taramaya 40 yaşlarındaki 1000 kadının katıldığını düşünelim. Gerçekte bunların %1’i göğüs kanseri olduğuna göre taramaya katılanlar arasından 10 kişinin göğüs kanseri olacağını beklemeliyiz. Yukarıda verilen bilgilere göre elimizdeki mamografi testinin isabetliliği açısından, bu 10 kadından 8’inde mamografi sonucu pozitif çıkacak. Ayrıca, yine elimizdeki mamografi testinin özelliği nedeniyle göğüs kanseri olmaması beklenen 990 kadından 99’unda da mamografi yanlışlıkla pozitif sonuç verecek. Bu nedenle, mamografisi pozitif çıkanlar arasında göğüs kanseri olma olasılığı 8/(8+99=107) = %7.5 olarak belirlenir. Bir başka ifade ile, test yapılmadan önce %1 olan olasılık, mamografi sonucunda %7.5’a çıkmış oluyor.

Benzer durumlar, erkekler için PSA testi ile prostat kanseri riskini belirlemede, doğumdan önce yapılan testlerde çocuğun sakat doğması olasılığının hesaplanmasında da karşımıza çıkabilir.

Benzer bir durum bir mahkemede savcının şüpheliyi suçladığı bilginin etkisi için de kullanılabilir. Örneğin, DNA testinin milyonda bir hata oranı olduğu durumda, DNA’sı tutan bir şüphelinin suçlu olması gerektiğini ve yanılgı payının ancak milyonda bir olacağı argümanını getiren bir savcının karşısında şüphelinin avukatı da, Istanbul’da 13 milyon insanın yaşadığını bu nedenle bu testin yanılabileceği 13 kişinin olabileceğini, bunun da müvekellinin gerçekten suçlu olma olasılığını 1/13 gibi küçük bir ihtimale düşürdüğünü belirterek savunabilir. Ancak, savcının elinde başka deliller de varsa şüphelinin suçlu olma olasılığı hızla yükselebilir. Örneğin, şüphelinin arabasının cinayet sıralarında yakın bir trafik ışığında kameraya yakalanmış olması gibi. Bu nedenle, hata oranı ne kadar düşük olursa olsun, tek bir veriye dayanarak sonuca ulaşmak yerine, farklı kaynaklardan elde edilen verilerin bir bütün olarak ele alınması yapılan tahminlerin gerçek olma olasılığını artırır.

Özetle, olasılık hesaplarında ilk görüntüye aldanmayıp, elde edilen yeni bilgileri mantıksal düşünce süzgecinden geçirmek, karar kalitesini artır.

Katılımcı Eğitim

İş yaşamı öncesinde ve sırasında farklı eğitim teknikleri ile yetişen yöneticilerin sayısındaki artış ile yeni kuşağın iş olgusuna yaklaşımındaki farklılık daha da göze çarpıyor. Takım çalışması, liderlik, problem çözme, ve stratejik düşünme gibi zor aktarılan yetkinliklerin geliştirilmesi için klasik bilgi aktarımı yöntemlerinin yanı sıra çalıştayların ve açık hava eğitimlerinin kullanılması, katılımcı eğitimin şirketler tarafından da benimsendiğinin göstergesidir. Daha yaratıcı, cesur, girişimci ve hızlı karar alabilen oyun kuşağı yöneticilerinin yaklaşımlarındaki farklılığı yaratan iki ayrı dönem vardır: Süreli Eğitim Dönemi ve Sürekli Eğitim Dönemi.

Süreli Eğitim Dönemi, farklı alanlarda genel bilgilerin edinildiği ve hayata bakışın şekillendiği okul yıllarında öğrencilerin katıldıkları ders dışı etkinlikler, sahip olunabilecek yetkinliklerin başlama vuruşudur. “Klüp Aktiviteleri” başlığı altında lise ve üniversite öğrencilerine yönelik olarak uygulanan programlar, öğrencilerin “iş hayatı” ile ilk tanıştıkları yerlerdir. İş hayatını, ekonomiyi, uluslararası ilişkileri vb. oyunlar ile öğrenen bireyler çalışma hayatları sırasında işin kendisini de oyun olarak görebilmekte ve göreceli olarak daha yaratıcı çözümler sunabilmektedirler.

Bu konuda 1919 yılında Amerikalı bir işadamının oğluna iş dünyasını ve ekonomiyi sevdirmek için başlattığı, bugün 112 ülkede yılda ortalama 6 milyon öğrenciye üniversite öncesi ekonomi eğitimi sağlayan, şirket kurmayı ve yönetmeyi uygulamalı olarak öğreten Genç Başarı (Junior Achievement) programı güzel bir örnek oluşturuyor. Gerçek bir şirket kuran, gerekli sermaye için hisse senedi satan, gerçek bir ürünü pazarlayan, vergi ödeyen ve elde edilen karı temettü olarak dağıtan öğrenciler iş yaşamına başlamadan yıllar önce bir şirketi, her yönü ile nasıl yönetecekleri konusunda tecrübe kazanırlar. Bu aktivitelerin yanı sıra farklı meslekler hakkında da bilgi alan öğrencilerin, ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, kariyer seçimi konusunda daha bilinçli davrandıkları gözlenmiştir. (www.gencbasari.org)

Son senelerde, özellikle ingilizce eğitim veren okullarda popularite kazanan Model Birleşmiş Milletlerin, lise ve üniversite öğrencileri için, her grubun bir ülkeyi temsil ettiği ve gerçek politik konuların tartışıldığı bir ortam yaratıyor. Tartışılan güncel konuların çok farklı bakış açıları ile ele alındığı bir ortamda kendi “ülkelerinin” savunduğu değerleri aktarmak için uğraşan öğrenciler, sonucu etkileyebilmek ve toplantı sonunda yazılacak olan raporun kendi istedikleri biçimde şekillendirebilmek için stratejik düşünmek zorundadırlar.

Benzer şekilde lise ve üniversite yıllarında birçok öğrencinin yer aldığı takım sporları da takım çalışması ve liderlik gibi yetkinliklerin geliştirilmesini sağlıyor, zaman yönetimi ve hedef koyma gibi gerekliliklerin erken yaşta icra edilmesini sağlıyor.

Sürekli Eğitim Dönemi ise süreli eğitim döneminden farklı olarak sürekli olarak değişen iş ihtiyaçlarına göre eğitimin verildiği iş yaşamında gerçekleştirilen çalıştaylar ile daha katılımcı bir yapıya bürünmektedir. Belli bir konuda bilgi vermektense farklı düşünmeyi teşvik eden açık hava eğitim programları ise gerçek hayatta karşılaşılabilecek sorunların farklı bir atmosferde çalışanlara sunulmasıdır. Verilecek olan eğitim ile ulaşılmak istenen amaca bağlı olarak her iki modelin de güçlü olabilecek tarafları bulunmaktadır. Klasik eğitim teknikleri belirli bir konuda çalışanları bilgilendirmeye yönelik olan ve sonuçlarının kısa vadede faydaya dönüştürülebileceği bir yöntemdir. Açıkhava eğitimleri ise yaratıcı çözümler gerektiren durumlarda çalışanların yazılı metinlere bağlı kalmaktansa farklı düşünerek, karşılıklı etkileşimin de yaşandığı dinamik ortamlarda sorunun üstesinden gelmelerini teşvik ediyor. Bu nedenle, süreli eğitim döneminde olsun, isterse sürekli eğitim döneminde oyunlara dayalı eğitimler genel anlamda çalışanlara iş yaşamında başarıya götürebilecek uzun vadeli bir stratejinin parçasıdır.

Süreli eğitim döneminde ve sürekli eğitim döneminde farklı ve katılımcı eğitim teknikleri ile yetiştirilen yöneticiler, bütünü daha kolay kavrayabilmekte ve daha yaratıcı çözümler sunabilmektedirler. Katılımcı eğitimde aktarılmak istenen bilgi veya yetkinliğe farklı bakış açılarından da yaklaşılıyor olması, çarpan etkisi yaratıyor ve uzun vadede verilen eğitimin daha verimli olması sağlanıyor.

Özetle, süreli ve sürekli eğitim programlarında katılımcı, interaktif yöntemlerin kullanılması sadece daha keyifli olmakla kalmıyor, aynı zamanda daha da etkili bir hazırlık fırsatı sunuyor.

Hayat, Bir Aynadır

“Hayat bir aynadır. Siz ona gülümserseniz, o da size gülümser.”

Yaşamını iyileştirmek isteyen herkes ilk önce olumlu düşünmeyi öğrenmelidir. Çünkü, düşünceler inançları, inançlar davranışları, davranışlar da çevre ile etkileşimi belirler. Zihni sağlıklı olanların, bedenleri de daha sağlıklı olur. Dolayısıyla, olumlu düşünce hayatın kalitesini ve süresini de artırır.

Olumlu düşünce yeteneği öğrenilebilecek bir yetenektir. Bu yeteneği geliştirmek için başkalarının deneyimlerinden faydalanmak etkili bir ilk adım olur. Dolayısıyla, çevredeki iyimser insanları belirleyip, onları örnek almak olumlu düşünce yeteneğini geliştirmeye yardımcı olur.

Olumlu düşünme yeteneğini kazanmak için insan öncelikle kendisiyle barışık olmalıdır. Bunun için düşüncenin, söylemlerin ve eylemlerin tutarlı olması gereğini hiç unutmamalıyız. Bu tutarlılık gösterilmediğinde hem toplumun güveni yitirilir, hem de insanın iç huzuru zedelenir.

En acımasız kritiği insanlar çoğu zaman kendileri yaparlar. Hatasız kul olmaz. Yapılan hataları eleştirmek yerine, kendini geliştirme fırsatı olarak görmek daha yapıcı sonuçlar verir. Olumlu düşünmek, hataları reddetmek değil, onları birer iyileştirme fırsatı olarak görmek demektir. Olumlu düşünmek, hataların bir daha ki sefer nasıl önlenebileceğini düşünmek ve bunun için plan yapmaktır.

Bu yaklaşımı çevrenizdekiler için de uygulamak, insanların sizinle daha olumlu bir etkileşim kurabilmesine yardımcı olur. Bir adada tek başına yaşamanın güçlüğünü göz önüne getirdiğimizde çevremizle etkileşimin hayatımızın ne kadar önemli bir parçası olduğunu daha iyi anlarız. Bu etkileşimin kalitesini artırmak, hayat kalitemizin de artırılmasına yardımcı olur.

Olumlu düşünebilmek için cümlelerinizden olumsuz kelimeleri silmeye çalışın. Bu yaklaşım, her olayın olumlu yönlerini görebilme yeteneğini geliştirmeye de yardımcı olur. Çünkü kelimeler, düşünceyi ve inançları tetikler.

Hayata yaklaşımda sorumluluk almak, ancak esnek bir yaklaşımı benimsemek olumlu yaşam için önemli bir girdidir. Hayatta ulaşmak istediklerimizin kendiliğinden gelmeyeceğini, geleceği şekillendirmek için bugünden çaba gösterilmesi gerektiğini kavramalıyız. Ancak, geleceği şekillendirmenin, geleceği belirlemek manasına gelmediğini de anlamalıyız.

Dolayısıyla, zihinsel açıdan sağlıklı olabilmek için gerçekleri kabullenmeyi de öğrenmek gerekir. Ancak, gerçekleri kabullenmek, onlara boyun eğmek demek değildir. Önemli olan gerçekleri görmek ve onlardan değiştirebilecek olduklarımız için yapıcı eylemlerde bulunmaktır.

Olumlu düşünmek ve olumlu yaşamak için insan kendine ve çevresine güvenmelidir. Hayatı sadece onu değiştirebileceğine inananlar iyileştirir. Kendine ve çevresine güvenen, inançlı ve azimli insanlar hayatın kalitesini geliştirir, kendileri ve çevreleri için mutluluk kaynağı olur.

Dünyada iki büyük güç vardır: biri korku, diğer ise inançtır. Olumlu düşünebilmek için insanın korkularını da yenmesi gerekr. Korkuları yenmenin en etkili aracı ise inançtır.

Tanrıya inanmak hayatta değiştiremediklerimiz karşısında iç huzuru bulabilmeyi sağlar. Değiştirmek istedikleriniz için elinizden gelen çabayı gösterdikten sonra hayırlı bir sonuç beklentisiyle tanrıya havale etmek stresi azaltır ve daha sağlıklı bir hayat yaşamaya fırsat tanır.

Düzenli oarak fiziksel ve ruhsal egsersiz yapmak insanda olumlu düşünceyi, sağlıklı ve dengeli yaşamı geliştirir.

Yaşam ulaşılan sonuçlar değil, istenilene ulaşmak için yürüttüğümüz süreçtir. Bu süreçte bilinçli çaba göstermek, tutarlı olmak, çevremize güven vermek ulaşılan sonuçlardan çok daha büyük mutluluk kaynağıdır.

Bu süreçte en önemli ve kalıcı kazanımlardan biri de elde edilen sonuçlar değil, öğrenimlerdir. Öğrenmek için sürekli bir çaba göstermek gelişmenin temelidir. Bu çaba gerçekleri kabullenme ve aynı zamanda onları değiştirme gücünü kazanmak için faydalıdır. Yaptığı işe inançla sarılan kişiler büyük bir çoşku ile çalışırlar. Bu coşku onları başarıya ve olumlu etki yapmaya taşır. Bu nedenle insanın sevdiği konulara eğilmesi büyük önem taşır.
Hayatta en demokratik olarak dağıtılmış kaynak zamandır. Herkes için gün 24 saattir. Zamanı iyi kullanmak ve ileride değişmesini istedikleriniz için önceden adımlar atacak cesaret ve uzak görüşlülüğü göstermek insanın olumlu düşünce yeteneğini de geliştirir.

Olumlu düşüncenin temelinde sevgi yatar. Olumlu düşünebilmek için insanları sevmek, onlara birşeyler kazandırabilmenin heyecanını yaşamak gerekir. Kendini iyi hissetmenin yolu, içten bir duyguyla başkalarına yardım edebilmektir.

Hayatta iki değer var ki, paylaştıkça artıyor: sevgi ve bilgi. Sevgisini ve bilgisini paylaşan insanlar en büyük zenginliğe kavuşan insanlardır.

Hayatta mutluluk olumlu düşünce ile başlar, olumlu söylem ve eylemlerle gelişir, paylaşılan sevgi ve bilgiyle doruğa erişir.

Eğitimin Değeri

Toplumsal refah düzeyimizi artırmanın en temel yöntemi gençlerimizin ve yetişkinlerin sürekli olarak kendilerini geliştirecek eğitim almalarını sağlamaktır. Bilgi çağında, ülkemizin yarattığı katma değeri artırmanın yolu insanlarımızın bilgi ve yetkinlik düzeyini geliştirmekten geçer.

Eğitim sadece eğitimi alanların yaşam kalitesini değil, aynı zamanda çevresinin ve toplumun da yaşam kalitesini artırır. Bu nedenle, kamusal bir nitelik taşıyan eğitim, devlet tarafından desteklenmelidir.

Ancak bu destek tüm eğitim kurumlarına eşit olarak dağıtılmak yerine, başarıyı teşvik edecek şekilde verilirse eğitim sistemimizin kalitesi de artar. Bu nedenle, eğitim çağındaki 17 milyon gencimizin zamanlarını ne kadar verimli kullandıkları ülkemiz açısından büyük öneme sahiptir. Her sene 17 milyon adam yıllık bir öğrenme potansiyelini ne kadar etkin kullandığımızı sorgulamalı, ve bu performansı geliştirecek yatırımları gecikmeden hayata geçirmeliyiz.

Özellikle Internet çağında en iyi eğitmenlerin yaklaşımlarını, deneysel fırsatları, öğrenmenin temeli olan kıyaslama fırsatlarını, gençlerimizi dünyaya açabilecek tercüme motorlarını ülkemizin her köşesinde kullanılır kılabilecekken, bu konuda gerekli yatırımları geciktirmenin toplumsal maliyetinin çok yüksek olduğunu gözardı etmemeliyiz.

İyi eğitim alanlar öncelikle kendilerine fayda sağlarlar. Çünkü verimlilikleri ve etkinlikleri artar. Bu nedenle, eğitim seviyesi tek belirleyici olmasa da genelde gelir düzeyini olumlu olarak etkileyen bir etmendir.

Bunun yanısıra, genellikle iyi eğitim alanların çalıştıkları iş kollarında çalışma ortamı da daha caziptir. Dolayısıyla, hayatlarının önemli bir kısmını geçirdikleri ortamın kalitesi yaşam kalitelerini etkiler.

İyi eğitimin yaşam kalitesini olumlu etkilediği bir diğer alan da aile içi ilişkilerde kendisini göstermektedir. Örneğin, iyi eğitim eşlerin gelir düzeyini de artıran bir unsurdur.

Anaları iyi eğitilmiş bir toplumun çocukları da daha iyi eğitim görürler. Dolayısıyla, iyi eğitimin kendini artırıcı ve nesiller arası gelişimi motive edici bir yönü vardır.

Yine iyi eğitim görmüş ailelerin çocukları sağlık açısından da daha iyi bir konumdadır. Daha iyi beslenip, daha iyi bakılmaları fiziksel ve ruhsal gelişimlerine katkıda bulunur.

İyi eğitim görenlerin kendi sağlıklarına daha iyi baktıkları, stresten daha az etkilendikleri ve sorunlara daha kolay çözümler ürettikleri gözlenmektedir.

İyi eğitim görmüş bir toplumda daha kaliteli ürün ve hizmetler talep edildiğinden, piyasanın gelişimine de katkı sağlanmış olur.

Eğitim seviyesinin nüfus planlamasıyla doğru bir korelasyonu olduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla, eğitim fakirliğin de panzehiri sayılabilir.

Eğitim seviyesinin gönüllülük ve bağışçılık ile de olumlu bir ilişkisi vardır. Dolayısıyla, iyi eğitilmiş bir toplumda toplumsal barış, ve toplumsal sorunların çözümüne gönüllü katkıda bulunma motivasyonu da yüksek olur.

Yapılan araştırmalar, eğitim seviyesi arttıkça ailelerin kendi gelecekleri için hazırlık yapmaya olan eğilimlerinin arttığını göstermektedir. Dolayısıyla, eğitim yaş grupları arasındaki gelir dengesinin de daha sağlıklı olarak kurulmasına yardımcı olur.

Eğitim seviyesi arttıkça toplumda yeniliklerin ve teknolojinin benimsenme hızı da artar. Dolayısıyla, eğitim seviyesi, gelişme ve katma değer için gerekli olan Ar-Ge yatırımlarının da artmasına yardımcı olur.

Eğitimin toplumsal aşırılıkları ve suç oranlarını da azalttığı tespit edilmiştir. Eğitimli bir toplum aynı zamanda daha da güvenli bir yaşam demektir.

Eğitimli bir toplum daha bilinçli seçimler yapabilme nedeniyle piyasaların daha verimli çalışmasını ve rekabet gücünün artmasını da sağlar.

Dolayısıyla, toplum olarak eğitime ayırdığımız kaynakları artırmak yaşam kalitemizin kalıcı olarak artırılmasını sağlayacaktır. Ancak, aynı zamanda eğitime ayırdığımız kaynakları daha verimli kullanmak için de çaba göstermeliyiz.

Eğitim için ayrılan kaynakları gençlerimizi ezberlemeye yönlendirmek yerine, düşünmeye ve yukarıda belirtilen olumlu davranış biçimlerini benimsemeye yönlendirmek üzere kullanmalıyız.

Eğitim sistemimizin başarısını sadece giriş sınavlarındaki doğru cevap sayısıyla değil, daha da önemlisi mezunlara kazandırılan davranışsal ve düşünsel kazanımlar ile de ölçmeye gayret etmeliyiz.

Unutulmamalıdır ki, doğru ölçülmeyen performans geliştirilemez. Toplumsal faydası bu kadar çok yönlü olan bir aktivitenin doğru ölçülmesini sağlamak yaşam kalitemizi artırmak için elzemdir.

Düşünce Tuzakları ve Pazarlık Sanatı

Davranışsal karar teorisi insanların rasyonel olarak nasıl karar almaları gerektiği ile değil, psikolojik olarak nasıl karar verdikleri konusuna odaklanır. Bu konuda yapılan çalışmalar insanların karar verirken çeşitli nedenlerle tuzaklara düştüklerini ve yanlış kararlara yönelebildiklerini gösteriyor.

Kısaca özetlemek gerekirse, aşağıdaki eğilimler karar kalitesini bozuyor:
(1) İnsanlar hata yapmaktan korktukları için, hiç bir şeyden vazgeçemedikleri için, kısa vadeli düşündükleri ve konuyu bütünsel olarak ele almadıkları için yanılabiliyorlar.
(2) İnisiyatif almaktan hoşlanmadıkları ve ancak karara zorlandıkları zauman karar alma eğilimleri farklı alternatifleri ve fırsatları düşünmelerine mani oluyor.
(3) Genellikle problemi kendilerine sunulduğu şekliyle kabullenip yanlış problemi çözmeye çalıştıkları için çözüm üretmekte zorlanıyorlar.
(4) Çözüm için kendilerine ilk sunulan veya ilk düşündükleri çözüme takılmaları nedeniyle yanılıyorlar.
(5) Konu ile ilgili hedefleri, çıkarları ve korkuları açıkça ortaya koymadıkları için bunların arasındaki dengeleri görmekte zorlanıyorlar.
(6) İnsanlar görmek istediklerine odaklandıkları için seçici algılama eğilimi gösteriyor ve bu nedenle inandıklarını desteklemeyen verileri görmezden geliyorlar.
(7) Bir konu üzerinde daha önce vermiş oldukları kararlar bakış açılarını daraltıcı bir etki yapıyor ve eski kararlar bugünkü kararları gereksiz bir şekilde etkilyor.
(8) Yakın gelecek insanları çok daha fazla etkilediğinden, etkileri uzun vadeli olan kararlarda yanlış yapma eğilimi yüksek oluyor. Öğrencilerin sınava hazırlık için sınav tarihlerinin yaklaşmasını beklemeleri gibi.
(9) İnsanlar daha kolay ölçülen parametrelere daha fazla ağırlık verdikleri için kalitatif parametreler geri planda kalıyor.

Ayrıca, insanlar olasılık hesapları konusunda da yeterli bilgiye sahip olmadıkları için yanılabiliyorlar. Örneğin,
(i) bir kararın olası sonuçlarından sadece en yüksek olasılığının gerçekleşeceği varsayımı ile verilen kararlar, gerçekleşme olasılığı küçük bile olsa getirisi veya maliyeti çok yüksek olabilecek bir alternatif yeterince dikkate alınmıyor.
(ii) Belirsizlikler insanları karar almaktan çekinmeye yöneltebiliyor.
(iii) Yeterince kavrayamadığımız olasılık hesapları nedeniyle birçok konuyu şans olarak veya kadercilik ile değerlendiriyoruz.
(iv) Raslantısal olayları etkileyebileceğimize inanıyoruz. Örneğin, tavla oynarken birkaç kez istediğimiz zar geldiğinde bir sonraki atıştada istediğimizin geleceğine inanma eğilimimiz var.
(v) İnsanlar belirsizlikler arasındaki bağlantıları değerlendirmekte zorlanıyor. Koşullu olasılıkları anlamakta zorlanıyorlar. Örneğin, insanların ortalama ömürlerinin 72 sene olduğu bir ülkede sağlıklı bir şekilde 60 yaşına gelen bir kişinin 12 senelik ömrü kaldığına inanıyorlar. Oysa, ortalama yaşam süresi toplumda 60 yaşına kadar gerçekleşen ölümleri de içerdiği için sağlıklı bir şekilde 60 yaşına gelen kişinin beklenen yaşam süresi 12 senenin çok üstünde olmalıdır.
(vi) Bir olayın gerçekleşme olasılığını temel verilere göre değil, son dönemlerdeki gerçekleşmelere bağlamaya eğilimi var. Örneğin, yazı tura atılırken üç kez yazı geldikten sonraki atışta tura gelme olasılığının %50’den fazla olduğuna inanılıyor.
(vii) Araştırma sonuçlarını güvenebilmek için gerektiğinden daha yüksek örneklemeler bekleniyor.
(viii) Küçük olasılıkların hepsi benzer şekilde değerlendiriliyor.
(ix) Sonuçları ağır olabilecek olayların olasılıklarını, olduğundan yüksek görme eğilimi var.

Bu eğilimler, insanların karar noktalarında yanılgıya düşmelerine neden olabiliyor. Bu yanılgıları iyi anlayanlar ise pazarlıklarda karşısındakini üzmeden kendileri için daha cazip kararları kabul ettirebilecek öneriler geliştirebiliyorlar. Bu nedenle, olasılık hesapları eğitim sistemimizin vazgeçilmezleri arasında yer almalı.

Karar Teorisi ve Pazarlık Sanatı

Pazarlık her birimizin bireysel ve kurumsal olarak sık, sık yapmak zorunda olduğumuz bir davranıştır. Bu konudaki yetkinliklerimizi artırmak önemli kazanımlar sağlamamıza yardımcı olur. Bu konuda yazılmış en iyi teorik kitaplardan birisi de Howard Raiffa’nın “Negotiation Analysis” başlıklı kitabıdır. Bu haftadan başlamak üzere hayatımızda önemli bir yer tutan pazarlık konusunu bu kitaptan da faydalanarak, ele almaya çalışacağım.

Bu konuyu ele almaktaki amaç insanların karşılaştıkları problemlerin inceliklerini daha iyi anlamalarına, karmaşıklık içeren durumlarda daha iyi kararlar alabilmelerine, bu kararları çevresindekilere daha iyi anlatabilmelerine ve sonuçta daha mutlu olacakları pazarlık süreçleri yaşamalarına yardımcı olmaktır.

İnsanlar hayatlarını aldıkları kararların sonuçlarıyla yaşamak durumunda kalırlar. Karar alma konusundaki bilimsel çalışmalar dört temel yaklaşımı içerir. (i) Karar analizleri – Analitik yaklaşıma sahip bir karar vericinin nasıl karar vereceği konusunda öngörülerde bulunmayı sağlar, (ii) Davranışsal karar teorisi – Insanların psikolojik olarak nasıl karar verdiklerini inceler, (iii) Oyun teorisi – bilgili ve rasyonel insanların birbirlerini etkileyen sıralı kararları nasıl vermeleri gerektiğini inceler, ve (iv) Pazarlık analizleri – bilgili insanların birlikte nasıl karar verebileceklerini inceler.

Bir pazarlık süreci için yapılan hazırlıklar şu tip soruları cevaplandırmalıdır: Pazarlık yapılmalı mıdır?, Pazarlık kiminle yapılmalıdır?, Pazarlık sürecine ne zaman başlanmalıdır?, Bu süreçte hakem gibi bir destek istenecek midir?, Bu süreçte hangi pazarlık stili benimsenmelidir?, Pazarlık sonucunda uzlaşma olmazsa ne yapılmalıdır?, Anlaşmazlığın sonucunda hukuki sürece başvurulacak mıdır?

Bu hazırlıklar şu adımları içerir: (i) Problemi tanımlamak, (ii) Pazarlığın hedeflerini belirlemek, (iii) Alternatifler üretmek, (iv) Alternatiflerin potansiyel sonuçlarını değerlendirmek, (v) Elde edilen ile vazgeçilen arasında denge kurarak karar vermek.

Problemi tanımlarken problemin nasıl ortaya çıktığını anlamak, konuyu elinizdeki problemden daha geniş olarak ele almak, problemi ilk tanımladığınızda varsaydığınız kısıtlar kaldırıldığında problemin nasıl tanımlanacağını düşünmek ve bu konuda deneyimli kişilerin görüş ve önerilerini almak, hem problem tanımını, hem de alternatif üretimini zenginleştirir.

Aslında, pazarlığın hedeflerini en geniş şekilde belirlemek, alternatif üretmeye de yardımcı olur. Benzer şekilde, aynı düşünce sürecini karşı taraf için de yapmaya çalışmak hem alternatif üretmeye, hem de pazarlık sürecinde kazan-kazan sonucuna ulaşabilmeye yardımcı olur.

Alternatiflerin potansiyel sonuçlarını değerlendirebilmek için alternatiflerin neler olduğunu, her birisinin gerçekleşme olasılığını ve gerçekleştiğinde ne gibi sonuçlar getireceğini belirlemek gerekir. Sonuçları değerlendirirken sadece o sonucun ortalama maliyeti ve getirisini değerlendirmek yeterli olmayabilir. Sonuçlar hem kendi açınızdan, hem de karşınızdaki açısından farklı olabilecek risk ve cazibe tercihleri de gözönüne alınarak değerlendirilmelidir. Canı elma yemek isteyen birisi için aynı fiyattaki bir elma ile portakal aynı değerde olamayabileceği gibi, 1/1000 olasılıkla 1.000.000 YTL çıkacak bir piyango biletiyle 1.000 YTL arasındaki tercih de kişiye göre farklı olabilir.

Özetle, hayatta olduğu gibi pazarlık ta da şans hazırlıklı olanlara güler. Bu nedenle, pazarlık sürecine başlamadan önce ev ödevini iyi yapmak başarının ilk adımıdır.

Sağlıkta Performans Ölçümü

Yaşam kalitesini belirleyen en önemli boyutlardan birisi sağlıktır. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler bir taraftan insanların yaşam süresini ve yaşam kalitesini artırırken, diğer taraftan da sağlık harcamalarının çok önemli ölçüde artmasına neden oluyor. Bu konuda yapılan çalışmalar birçok ülkede önümüzdeki 40 yıl içinde sağlık harcamalarının GSMH’nın %5-7’si kadar artacağını gösteriyor. Türkiye için yapılan tahminler ise 40 yıl içinde bugünkü harcama düzeyinin yaklaşık üç misli artacağı yönünde. Ancak, önemli olan harcamaları artırmak değil, daha verimli çözümlerle sağlıklı yaşam sürelerini artırmak olmalı.

Kendi sağlığını korumak, kişilerin en önemli görevleri arasında. Ancak, birçok kişi yanlış beslenme veya yaşam alışkanlıkları nedeniyle iş işten geçmeden kendi sağlıklarıyla yeterince ilgilenmiyor. Oysa, kişinin sağlıklı olması sadece bireysel açıdan değil, toplumsal açıdan da faydalı. Bu nedenle, sağlıklı bir toplum aynı zamanda bir kamu politikası hedefi olmalı.

Ölçülmeyen performans geliştirilemez. Bu nedenle, sağlık politikalarının da izlenmesi ve sürekli olarak geliştirilmek üzere en iyilerle karşılaştırılması sağlık politikası açısından önem taşıyor. Sağlık politikalarının performansını belirlerken sadece girdileri değil, aynı zamanda çıktıları da ölçmeli ve başarıyı ödüllendirecek sistemler kurmalıyız. Örneğin, sağlıklı bir toplumun ölçüsü sadece doktor, hemşire veya yatak sayısını veya sağlık harcamalarını değil, aynı zamanda vatandaşların yaşam süreleri ve kalitesine ilişkin göstergeleri de içermelidir. Sağlık sisteminin başarısı da yatak doluluk oranları, hekim başına ameliyat sayısı gibi yönetsel göstergeler kadar yapılan müdahalelerin başarı oranı, hastaların iyileşme süreleri ve daha sonraki yaşamlarının kalitesi gibi klinik göstergeleri de içermelidir.

Elbette, çıktı ölçümlerini belirlerken tedavi gören hastanın müdahale sonrası durumuna ilişkin göstergeler, müdahale öncesi durumu ile karşılaştırılmazsa yanlış yönlendirmelere neden olabilir. Bu nedenle, hastanın sağlık sistemine giriş ve çıkışı arasındaki farkı ölçmek önemlidir. Kullanılacak göstergelerin seçiminde (i) ilgili ölçümün anlamlılığı, (ii) veri toplanabilirliği, (iii) toplanan verilerin kalitesi/güvenilirliği, ve (iv) elde edilen sonuçların etkililiği ve bilimsel kabul görmüş olması gibi krietlere dikkat edilmelidir.

Üzerinde durulması gereken bir başka husus da sadece teşhis ve tedaviye ilişkin göstergelere değil, aynı zamanda koruyucu hekimlik gibi önleyici yaklaşımlara ilişkin göstergelerin de takip edilmesinin toplumsal sağlık düzeyini geliştirmek açısından kritik öneme sahip olduğudur.

Sağlık çözümlerinin etkin ve ekonomik olabilmesi için bu konuda hizmet veren kurumların performansları hakkındaki bilgiye kolay ulaşılması fayda sağlar. Doktorların, hastanelerin performansları hakkındaki anahtar göstergelerin internet aracılığı ile paylaşıma açılması faydalı olur.

Sağlık harcamalarında karar vericilerle (doktor, hasta veya hasta yakınları), maliyeti üstlenenlerin (sigorta şirketleri, devlet) farklı olmasından kaynaklanan çıkar çatışmalarını en aza indirebilecek teşvik mekanizmalarının kurulması (örneğin, maliyetin bir kısmının hastalar yüklenmesi veya ekonomik çözümler üreten doktorların teşvik edilmesi) sağlık sistemindeki bireysel kararların daha rasyonel verilmesine ve yenilikçiliğin özendirilmesi önem taşımaktadır.

Özetle, bir ülkedeki yaşam kalitesini belirleyen en önemli alanlardan birisi olan sağlık sektörünün geliştirilebilmesi ve bu sektördeki aktörlerin doğru yönlendirilebilmesi için en temel girdilerden birisi de bilgidir. Sağlık sektörü ile ilgili bilgilerin kapsamının, güvenilirliğinin ve yayılımının doğru bir şekilde sağlanması, sağlıklı bir toplum için atılacak en önemli adımlardan birisidir.

Kalite, Yaşamın Kendisidir

İnsanoğlunu diğer canlılardan ayıran en önemli özellik her zaman daha iyiyi arama güdüsüdür. Kalite de aslında genel kabul gören dayanıklılık, estetiklik, standartların üstünde gibi tanımlamalar değil, beklentilerin aşılmasıdır. Bu nedenle, kalite dinamik bir kavramdır ve karşılanan her beklenti kalite kavramını bir ileri aşamaya taşır. Örneğin, 1960’ların kaliteli olarak nitelendirilen arabaları, 1970’lerde ancak ortalama olarak görülmeye başlandı ve 1980’lerde o standartta üretilecek arabaların satılma imkanı dahi kalmadı. Bugün bir zamanlar mükemmel olarak nitelendirilen tüplü bir siyah beyaz televizyonu kolleksiyoncuların haricinde hiç kimsenin almak istemesi düşünülmüyor bile…

Bu nedenle kalite, insanın her zaman daha iyiyi arama güdüsünü karşılama çabasıdır. Peki, insan yaşamda neleri arar? İşte bu sorunun cevabı binlerce yıldır, filazofları, bilim adamlarını, devlet adamlarını uğraştıran, her insanın kendisine zaman zaman sorduğu, ancak tek bir cevabı olmayan bir soru. Hatta farklı dini inançların bile ‘nirvana’ için farklı tanımları var. Zaten yaşamı tanımlayan da bir çok boyut var: insanın (i) yemek, su, barınma, uyku, sex gibi biyolojik ve fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanması, (ii) güvenlik, tehlikelerden korunma ihtiyaçlarının karşılanması, (iii) bir gruba ait olma, aile, ilişki kurabilme, sevgi görme ihtyaçlarının karşılanması, (iv) bağımsız davranabilme, toplumda saygın bir konum elde edebilme, başarılı olabilme ihtiyaçlarının karşılanması, (v) bilgi ve deneyimini geliştirme, yaşamda anlam bulabilme gibi zihinsel ihtiyaçlarının karşılanması, (vi) güzellik, sanatsal zenginlik gibi estetik ihtiyaçlarının karşılanması, (vii) kendini geliştirme, farklı deneyimler edinebilme gibi güdülerinin karşılanması, (viii) başkalarının kendilerini geliştirebilmelerine yardımcı olabilme güdülerinin karşılanması gibi.

Bu nedenle, bir toplumdaki yaşam kalitesinden bahsedilirken sadece yaşam süresinin uzunluğu veya gelir düzeyinin yüksekliği değil, tüm bu boyutlardaki çeşitliliğin ve elde edilen düzeyin de ifade edilmesi gerekiyor. Üstelik, bir toplumdan bahsederken sadece en iyilerin ulaştıkları seviye değil, aynı zamanda ortalama insanın ulaştığı seviye ve en mahrum konumda olanların durumlarını da değerlendirmek gerekiyor. Örneğin, birçok aç insanın bulunduğu ve sosyal güvenlikten mahrum birçok insanın bulunduğu ABD gibi dünyanın süper güçlerinden birisinde yaşam kalitesi açısından alınacak çok yol olduğu ortadadır. Diğer taraftan, zenginlik ve insanların bağımsız davranabilmeleri açılarından çok gerilerde sıralanabilecek olan bir Küba’da gece yarısı evlerine gidebilmek için otostop yapan hanımlara kötü gözle bakılmıyor, bu konuda herkes birbirine yardımcı oluyor ve yaşamın normal bir parçası olarak algılanıyorsa güvenlik ve sosyal anlayış açısından birçok ülkeden ileride olduğu söylenebilir.

Toplumsal açıdan yaşam kalitesini değerlendirirken sadece belli bir zaman kesitindeki durumu değil, aynı zamanda gelecek nesiller için nasıl bir ortam hazırlandığı konusu da değerlendirilmelidir. Zenginliğini sadece zevk ve sefa için kullanıp, gelecek nesillerin yetiştirilmesine yeterli kaynak ayırmayan veya bugünkü zenginlik için çevreyi kirletmekten çekinmeyip gelecek nesillere çözülmesi güç sorunlar bırakan toplumların da yaşam kalitesinin iyi olduğu söylenebilir mi?

Bu nedenle, yaşam kalitesini artırabilmek yaşamın her alanını içeren bir toplumsal hareketi gerektirir. Bir yandan her günün bir öncekinden daha iyi geçebilmesi için gerekli adımların toplumun her kesimi tarafından atılması sağlanırken, diğer taraftan da gerçekçi ama zorlayıcı beklentilerin oluşturulmasına önem verilmesi hem toplumsal gelişim hızının artırılmasına, hem de bu gelişim süreci içerisinde toplumsal mutluluk düzeyinin ve motivasyonun yüksek tutulmasına yardımcı olur.

Tıkınmaktan, keyifli yemek yemeğe; örtünmekten, moda oluşturmaya, barınmaktan, estetik değerleri ve uyumu yüksek ortamlarda yaşamaya, zenginleşmekten, paylaşmaya; bilgi edinmekten, bilgi üretmeye; farklılıkları birer zenginlik olarak görebilmeye geçişi sağlayabilmek için benimsememiz gereken ortak bir yönetim anlayışı var: Toplam Kalite Yönetimi. Bu yönetim anlayışı sınırlı kaynakların ortak hedefler doğrultusunda etkin kullanımını sağlamak üzere sonuç ve müşteri odaklı olmayı, sürekli gelişme ve birlikte çalışma kültürünü oluşturmayı, verilere dayalı paylaşımcı bir yönetim anlayışını benimsemeyi, tutarlılığı, adil olmayı, hesap verebilirliği, şeffaflığı, tüm paydaşlar ve gelecek için sorumluluk üstlenmeyi gerektiriyor.

Bu yönetim anlayışını benimseyenlerin ve uygulayanların sayısını artırdıkça, yaşam kalitesini nasıl tanımlarsak tanımlayalım, onu geliştirme hızımızı artırabilmeyi sağlayacak bir toplumun oluşmasına katkıda bulunmuş oluruz.

İçinde Dünya Olmayan, Dünya İçinde Olamaz

Gelecek hafta gerçekleşecek olan Ulusal Kalite Kongresi’nin ana teması “Dünya Vatandaşlığı.” KalDer böylesine farklı konuları ele alarak düşünsel öncülük yapıyor. Dünya vatandaşlığı kavramının bizlere getirdiği yetki ve sorumlulukları iyi anlamak refah düzeyimizi geliştirmenin ve sürdürülebilirliği sağlamanın temelini oluşturuyor. Bu seneki Kongre teması da ülkemizdeki insanların ve kurumların bu anlayışı daha iyi anlayıp, yaşamlarına yansıtmaları amacıyla seçilmiştir. Çünkü, dünyada rekabet gücü elde edebilmek, dünyayı anlayıp, dünyanın sorunlarına çözümler üretebilmekle sağlanabilir. Ayrıca, dünya üzerindeki yaşamımızı sürdürebilmek için hepimizin aynı gemide olduğu bilinciyle karşılıklı sorumluluklarımızı algılayıp, buna göre davranabilmek gerekiyor.

İnsanlar hayatları boyunca içinde bulundukları konumlara göre farklı roller üstleniyorlar: çocuk, öğrenci, arkadaş, Boğaziçili/ Mülkiyeli/ Teknik Üniversiteli, sevgili/eş, baba/anne, çalışan, yönetici, gönüllü, Hıristiyan/ Müslüman/ Yahudi, Doğulu/ Egeli/ Karadenizli/ Trakyalı, Beşiktaşlı/ Fenerli/ Galatasaraylı, AKP’li/ CHP’li/ MHP’li, Amerikalı/ Rus/ Türk gibi. Çoğu zaman birden fazla rolü üstleniyor; üstlendiğimiz rollerden hangisine hayatımızda daha fazla zaman ayırıyor ve hangisini daha fazla benimsiyorsak kendimizi de o rolle tanımlıyoruz.

Her rol bize farklı sorumluluklar ve görevler yüklüyor. Her rolün gerektirdiği sorumlulukları ne derece iyi yerine getirebilirsek, o rol nedeniyle etkileşim içerisinde bulunduğumuz toplum kesimlerindekileri o kadar mutlu edebiliyoruz.

Ancak teknoloji gelişip, dünya küçüldükçe ve dünya nüfusu arttıkça belki hiçbir zaman göremeyeceğimiz insanlarla karşılıklı bağımlılığımız artıyor. Avrupa’daki yüksek aerosol kullanımı, Şili’de ozon tabakasının incelmesine ve kanserin artmasına yol açıyor. Brezilya’daki yağmur ormanlarının tahrip edilmesi, global ısınmaya ve bazı turizm cenneti adaların sular altında kalmalarına neden oluyor. Çin’deki SARS hastalığı Kanada’da bir şehrin karatina altına alınmasını gerektirebiliyor. İsviçre’deki bir teknolojik gelişme, Türkiye’de yaşam kalitesini etkiliyor. Amerika’da verilen 300 oy, Ortadoğu’daki barış sürecini etkiliyor.

Kısacası, hergün farkına varmadığımız, ama belki de milyonlarca insanı etkilediğimiz bir rolümüz daha var: dünya vatandaşlığı, yani insan olmak.

Kullanmak üzere yaptığımız ürün seçimlerimizle, ürettiğimiz çalışmalarla, yetiştirdiğimiz insanlarla, kişisel veya kurumsal maliyetini sıfır olarak düşündüğümüz konulardaki kararlarımızla, hatta verdiğimiz bir oy, bir imza ile dünyayı etkiliyoruz.

Gerek bireyler, gerekse kurumlar olarak “dünya vatandaşlığı” rolümüzü ne kadar çabuk benimsersek ve onun getirdiği sorumlulukları ne kadar iyi yerine getirebilirsek, dünyanın kaynaklarından da o kadar çok faydalanabileceğiz. Uluslararası finans ve insan kaynaklarını ülkelerine cezbedemeyenler refah düzelerini arttırmakta güçlük çekiyorlar. Ülkemizin yabancı sermaye girişleri açısından hakettiği yerin çok altında bir performansa sahip olmasına kızmak yerine tedbir almalıyız. Avrupa Parlementosu’nun aldığı haksız kararlara kızmak yerine dünya ile etkileşimimizi ve insanlığa kattığımız değeri arttırmalıyız. Onlar için vazgeçilmez olmalıyız.

Dünyayı kurumsal olarak etkileyeceğimiz en önemli araçlar küreselleşmiş şirketlerimiz, kültürel zenginliğimiz ve devletimiz. Dolayısı ile gerek bireyler, gerek şirketler, gerekse devlet olarak bakış açımızı ülke sınırları ile sınırlandırmamaya dikkat etmeliyiz.

Dünya vatandaşlığı bilincine varmak, dünya ile etkileşime, uluslararası kurumlarda temsilde etkinliğe ve uluslararası piyasalarda aranan markalar yaratmaya önem vermek demektir. Aynı zamanda üstlendiğimiz tüm rollerde kendimizi uluslararası performans göstergeleriyle değerlendirmek demektir.

Dünyanın nimetlerinden en çok faydalananlar, dünyanın varlıklarını en iyi koruyan, geliştiren ve dünyaya en çok değer katanlar olacak. Bir başka ifadeyle, kazananlar dünya vatandaşlığı rolüne önem verenler olacak.

Bilgi, iletişim ve lojistik sistemlerindeki önemli gelişmeler dünyanın küçülmesine yol açıyor. Bu nedenle ürün ve hizmetlerini en geniş kitleye sunabilme becersini gösteren şirketler farklı açılardan ölçek ekonomisi kazanarak rekabet güçlerini artırabiliyorlar. Örneğin, yeni teknolojik gelişmelerle üretimdeki ekonomik ölçekler küçülürken, ar-ge veya iletişimdeki ölçekler artıyor. Şirketler dünya vatandaşlığı kavramını anlayıp, hayata geçirdikçe farklı ürün ve hizmetleriyle her pazardaki müşteriye ulaşabilmeye başlıyorlar. Yeni ürün geliştirme hızları arttıkça, müşterilerin seçim yapma fırsatları geliştikçe ve yeni ürün geliştirme hızlarının artmasıyla müşteriler bilgi bombardımanı altında kaldıkça, en önemli pazar payı zihinlerdeki pazar payı oluyor.

Değer yaratmada başarılı olabilmek için bir taraftan dünyada oluşan yeni ihtiyaçları belirlemek ve bunları karşılamaya yönelik iş modelleri geliştirmek, diğer taraftan da kurum felsefesinin hedef kitle tarafından doğru olarak algılanmasını sağlamak gerekiyor. Ancak, algılama sadece kurumla sınırlı kalmayıp, o kurumun temsil ettiği ülkenin algılanmasından da etkileniyor.

Ülke olarak dünya vatandaşları nezdindeki zihin payımızı artırmak, onlar için değer yaratmakla, başarılı olmakla ve etkin iletişim stratejileri uygulamakla sağlanabilir. Bu nedenle, ülke tanıtımı meselesinin sadece duyurmak ve anlatmak değil, aynı zamanda, belki de daha önemlisi, dünyadaki gelişmelerin oluşmasına katkıda bulunmak olduğu bilincine kavuşmalıyız. Örneğin, AB ile ilişkilerimizi sadece AB vs Türkiye boyutunda değil, daha önemlisi AB’nin sorunlarına çözüm üretmeye katkı sağlama boyutuna taşımalıyız. Bu nedenle, AB think-tank’lerine en çok katkı yapan ülkeler arasına girmek, AB’nin en önemli sanat etkinliklerinde en ilgi çeken düzenlemeleri yapmak gibi konulara ağırlık vermek yerinde olacaktır. KalDer’in Ulusal Kalite Hareketi ile Türkiye’nin şirket ve kurumlarıyla EFQM’de en çok ödül kazanan ülke konumuna gelmesini sağlaması gibi faaliyetlerle ülkedeki başarıları Avrupa boyutuna taşıması gibi faaliyetlere öncelik vermeliyiz.

Benzer şekilde, dünya’da gelişen trendleri takip eden değil, onların oluşumuna katkıda bulunan ve Türkiye’deki “en iyi uygulamaları” dünyaya tanıtarak bu örneklerin dünya standartlarını oluşturmaya katkı sağlamasını gerçekleştirmeliyiz. Bu konuda ısrarlı, düzenli kaynak ayırmak Türkiye imajını geliştirmek açısından önem taşımaktadır. Kısaca, Türkiye’deki başarılı uygulamaları dünyanın gündemine taşımak ülke itibarımız açısından da çok önemli.

Bilgi, Girişimcilik ve Toplumsal Refah

İnsanoğlu yaşam kalitesini geliştirmek için bilgi ve bilimi kullanabilmesiyle kendisini ayırd ediyor. İnsan topluluklarında da bilgi ve bilimi daha etkin olarak üretebilen ve kullanabilenler göreceli olarak daha yüksek yaşam standartlarına kavuşabiliyorlar. Bu nedenle, ülkelerin eğitim, bilim ve bilginin mülkiyet hakları konularındaki politikaları gelişmişlik düzeyleri açısından belirleyici oluyor.

Bilgi ve bilimin insan hayatını nasıl etkilediği konusuna bir örnek vermek için insanoğlunun geceleri bulunduğu mekanı aydınlatma ihtiyacını nasıl karşıladığının tarihçesine bakabiliriz. Milattan önce 1.000.000 yıl önce insan ateşi bulduğunda geceleri ateş yakarak aydınlık sağlıyordu. M.Ö 38.000 – 9.000 arasında insanın taş kaplar içinde yağ yakarak aydınlandığını, M.Ö. 3.000 yıl önce Mısır ve Girit’te mum kullanılmaya başlandığını, M.Ö. 2000 yıllarında ise Babil’de aydınlanma için kullanılan susam yağı pazarının açılmış olduğunu biliyoruz. 1879 yılına kadar mumdan, gaz lambasının çeşitli aşamalarına geçilriken, o yıl Edison’un ampulü bulması, 1882 yılında New York’ta ilk elektrik ile çalışan sokak aydınlatılmasının başlatılması ve 1800’lerden günümüze kadar gerçekleştirilen gelişmelerle neredeyse 10.000 misli daha etkin aydınlanma sağlanmaya başlanması bilimin yaşam kalitesini nasıl geliştirebildiğini gösteriyor. Aydınlatma konusunda öncü olan ülkeler, vatandaşlarına sadece ekonomik olarak konfor sağlamakla kalmıyor, bu sayede iş yapabilme süresini uzatarak daha çok öğrenme ve deneyim kazanma fırsatı da sunarak onların daha rekabetçi olmalarına da yardımcı olmuş oluyorlar.

Ancak, toplumsal refahın artırılması için dikkat edilmesi gereken bir husus da bilimin gelişmesi kadar, uygulamanın yaygınlaşması için girişimciliğin de önemli olduğudur. Girişimcilik ise rekabetçi ve yeterince büyük piyasaların olduğu ortamlarda gelişiyor.

Rekabetçi piyasa ekonomisi oluşabilmesi için ürün ve hizmetlerin fiyatını ödeyenlere sunulurken, ödemeyenlerin kullanımının engellenebilmesi gerekiyor. Rekabetçi piyasaların oluşması konusunda dikkat edilmesi gereken bir başka kavram da ürün veya hizmetin kullanıldığında, tüketilmesi veya tüketilmemesi konusudur. Örneğin, bir film birisi tarafından izlenirken, bir başkası tarafından da izlenebilir. Bir kişinin izlemesi bu ürünü tüketmez. Oysa, birisi bir balık yakaladığında, aynı balığı bir başkası yakalayamaz. Dolayısıyla kullanım, ürünü tüketmiş olur. Her ne kadar birisinin balık tutmasının sınırlandırılması güç ise de tutulan her balık sadece bir kişi tarafından tüketilebilir.

Bu iki kavramı birlikte değerlendirdiğimizde, rekabetçi piyasa ekonomilerinin ürün veya hizmetlerin faydasının sadece ücretini ödeyerek faydalana sunulduğu alanlarda (yiyecek, giyecek, barınma gibi) iyi çalıştığını görüyoruz. Oysa, ürün ve hizmetlerden faydalanmanın sınırlandırılmasının güç olduğu (güvenlik, yol altyapısı gibi pozitif ekonomik dışsallıkların olduğu) alanlarda piyasa mekanizması kendiliğinden toplum için en iyi sonuçları verecek şekilde çalışmıyor.

İnsanoğlunun gelişmesinde önemli rol oynayan bilim de birisi tarafından kullanıldığında tüketilmiş olmadığı gibi, kullanımı sınırlandırmak da pek kolay değil. Bu nedenle, toplumda bu konuda yeterince yatırım yapılabilmesi için kamu müdahalesi önem taşıyor. Örneğin, birçok gelişmiş ülke iki konuya özel önem veriyor: (i) kamu kaynaklarının bilimsel gelişmeleri desteklemesi ve bilimsel gelişme için kullanılan özel kaynaklara vergi avantajı sağlanması ve (ii) girişimciliğin özendirilmesi için entelektüel mülkiyet haklarının oluşması ve korunması için gerekli tedbirlerin alınması. Ancak, piyasa mekanizmasının kendiliğinden iyi çalışamadığı durumlarda gündeme gelen kamu müdahalesinin aşırıya kaçmaması konusu da özellikle dikkat edilmesi gereken bir husustur.

Özetle, bilgi sevgi gibi paylaştıkça artar ve toplumsal refah düzeyini artırır. Ancak, toplum için optimum düzeyde yeni bilgilerin geliştirilebilmesi için sadece piyasa mekanizmalarına güvenmek yeterli olmaz. Bu nedenle, eğitim ve bilim politikalarında ve bilgi üretimi konusunda girişimciliği özendirme konusunda, kamu sektörüne önemli görevler düşmektedir. Diğer taraftan, özel sektörün de vizyonunu sadece yenilikçi uygulamaları geliştirmek üzerine değil, aynı zamanda yenilikçi ürün ve hizmetleri hızlı şekilde dünya piyasalarında yaygınlaştırmak üzerine odaklaması toplumsal refah açısından önemlidir.

Yöneticilik Eğitimi

Toplumun kaynaklarını verimli ve etkin kullanabilmek için yönetici kalitesini geliştirmeliyiz. Kaliteli yöneticiler sadece toplumsal kaynakların iyi kullanılması için değil, aynı zamanda şirketlerin rekabet güçleri için de değerlidir.

Yönetici yetiştirmek ise sadece okullarda değil, aynı zamanda gerçek hayatta, şirketlerde gerçekleştiriliyor. Birçok ülkede MBA eğitiminin yöneticilik için önemli bir eğitim olduğu düşünülyor. Oysa, CEO’lar arasında yapılan bir araştırmaya göre CEO’ların sadece %20’si MBA eğitiminin yöneticileri gerçek hayatta karşılaştıkları karar noktaları için yeterli düzeyde bir hazırlık sunduğunu düşünüyor.

İyi bir yöneticinin yetişmesinde okul kadar, hayat deneyimine de önem veriliyor. Aile hayatı ve iş deneyimi kadar, askerlik ve sporculuk deneyiminin de yöneticilik yetkinliklerini geliştirmek açısından önemli olduğu düşünülüyor. Örneğin, sporcu geçmişi olanların, takım oyunu deneyimi olanları ve hızlı karar verme deneyimi edinenlerin iş hayatında da başarı şansı yükseldiği belirlenmiş.

Çünkü spor, kişinin zamanı iyi kullanma yeteneğini, odaklanma kabiliyetini ve seçim yapma deneyimini artırıyor. Başarılı bir sonuca ulaşabilmek için uzun süre ve düzenli olarak hazırlık yapma disiplinine kavuşmasını sağlıyor. Kurallar çerçevesinde en iyiye ulaşma, rakiplerden daha iyi sonuç alma dürtüsünü geliştiriyor. Kendisinin, takımının ve rakiplerin güçlü ve zayıf yönlerini irdeleme, fırsat ve tehditlere karşı strateji geliştirme ve geliştirilen stratejileri uygulama becerisini güçlendiriyor. Başarının tek bir müsabaka ile değil, süreklilikle yakalanabileceği gerçeği konusunda deneyim geliştiriyor.

Özellikle, basketbol ve voleybol gibi hızlı takım oyunlarının sporculara ayrı katkıları oluyor. Takım arkadaşlarının zayıf yönlerini kapatıp, güçlü yönlerinden faydalanma dürtüsünü geliştirmesine yardımcı oluyor. Hızlı seçim yapabilme, karar verebilme yeteneğini, başkalarına güvenebilme özelliklerini geliştiriyor.

Ayrıca spor, kişilerin sosyal gelişimine de katkıda bulunuyor. Spor müsabakaları için farklı yerlere giderek kültürel açıdan gelişmesine ve farklı takımlarda oynayan kişilerle sosyal ilişkilerini geliştirmesine yardımcı oluyor.

Şirketler yönetici eğitiminde üst düzey yöneticilerin bizzat eğitmen olarak yer almasına önem veriyorlar. Bu sadece yetiştirilecek yöneticiler açısından değil, aynı zamanda eğitmen olanlar açısından da değerli bulunuyor. Çünkü, böylelikle üst düzey yöneticiler hem kurum kültürünü birinci ağızdan potansiyel yöneticilerle paylaşabiliyorlar, hem de gelecekteki yöneticileri yakından tanıma ve değerlendirme fırsatı bulmuş oluyorlar.

Potansiyel yöneticilerin çeşitli problemler üzerinde farklı disiplinlerden gelen kişilerle birlikte oluşturulan takımlar halinde çalışmaları için fırsatlar yaratılması bir taraftan onların yöneticilik deneyimlerini geliştirirken, diğer taraftan kurumu iyi tanımalarına da yardımcı oluyor.

En etkin öğrenme yöntemlerinden birisi de yaşayarak, hatalardan ders alarak gerçekleşiyor. Kurumsal yaratıcılık düzeyini yükseltmek isteyenler belirli sınırlar dahilinde hata yapılmasını ve hatalardan ders alınmasını teşvik ediyorlar.

Yeterince küçük hatalar yapmayan organizasyonlar, yeterince risk almayarak ve öğrenme yeteneklerini sınırlayarak büyük hata yapmış oluyorlar. Burada “küçük hata” ile ifade etmeye çalıştığım kavram belli hipotezlerin sınırlı maliyetle test edilmesini göze almak ve bunun sonuçlarına katlanmak, “büyük hata” ise öğrenmeye kaynak ayırmamak ve fırsatları kaçırarak ödenen bedeldir.

Yaratıcılığı teşvik etmek ve hatalardan ders almak için organizasyonların yapabilecekleri var: (1) Fikirleri test etmek ve deneyler yapmak için elverişli bir ortam yaratmak ve kaynak ayırmak. (2) Hataların bir an önce ortaya çıkarılmasını teşvik etmek. Bazı kuruluşlar hatalarını çalışma arkadaşlarıyla paylaşanlara bu hatalar için ödül bile veriyorlar. (3) Hataların detaylı analizinin yapılmasını, kök nedenlerin bulunmasını teşvik etmek ve kaynak ayırmak. (4) Hataların tekrarını önleyecek sistem yatırımlarını yapmak.

Böyle bir ortam geliştirebilmek için liderlere önemli görevler düşüyor. Liderler hatalara suçlama yerine yapıcı eleştiriyle yanıt verilmesini sağlamalı. Ayrıca, kurumda güven duygusunun gelişebilmesi için öncelikle, kendi hatalarını ve bunlardan çıkardıkları dersleri paylaşmalı, bunu ortak bir öğrenme sürecine dönüştürmeli, buna olanak verecek şeffaf bir ortam yaratmalı. Liderlerin kurumdan başarısızlık korkusunu silmeleri öğrenme ve gelişmeye büyük bir ivme kazandırıyor. Belki hepsinden önemlisi kurum kültürünün ”hatadan korkarak iş yapmama” anlayışından ”kazanmak için hesaplı deneyler yapma” anlayışına yönelmesini sağlıyor.

Yönetici yetiştirmenin en etkili yöntemlerinden birisi de kurum içerisinde dönemsel olarak ve proje bazlı çalışmalarda her proje sonunda değerlendirme-geri bildirim-gelişim için aksiyon alma döngüsünün düzenli olarak hayata geçirilmesidir.

Özetle, iyi yönetici yetiştirmek bilinçli bir yaklaşım ile uzun süreli bir yatırım gerektiriyor.

Çok Yaşa İyi Yaşa

Yaşam kalitesini belirleyen en önemli boyutlardan birisi sağlıktır. Nitekim 46 yıl boyunca dünyanın en güçlü kişisi olan Kanuni Sultan Süleyman’ın şu sözü sağlığın önemini çok iyi vurguluyor: “Halk içinde muteber nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.” İnsanoğlu tarih boyunca yaşam süresini ve kalitesini artırabilmek için çaba gösteriyor. Bu nedenle, toplumların gelişmişlik düzeyleri arttıkça ortalama yaşam süreleri de yükseliyor. Ancak, daha uzun yaşayan insanların aynı zamanda sağlıklı yaşayabilmeleri için gerek bireysel, gerekse toplumsal maliyetler de sürekli olarak artırıyor.

Toplam kalite anlayışında olduğu gibi yaşam kalitesinde de kaliteyi kontrol etmek yerine kaliteyi üretmek en etkin çözümdür. İnsan alışkanlıklarının eseridir. Bu nedenle, sağlıklı bir toplum için en öncelikli olarak toplumun sağlıklı beslenme, düzenli spor yapma, cinsel hastalıklardan korunma, sigara gibi zararlılardan kaçınma konusunda eğitilmesi ve bu konulardaki olumlu uygulamaların özendirilmesi gerekiyor. İnsanların sağlık sigortası için yapacakları katkıların iyi yaşam alışkanlıklarıyla azaltılması bu konuda maddi özendirme sağlayabilir. İyi yaşam için gerekli alışkanlıkların genç yaşlarda edinilmesinin özendirilmesi toplumda sağlıklı yaşam sürelerinin artmasına yardımcı olur. Örneğin, çocukların okula başlamadan önce aşılanmalarının bir zorunluluk haline getirilmesi toplumsal sağlık düzeyini geliştiren en ekonomik çözümlerden birisidir.

Sağlık çözümlerinin etkin ve ekonomik olabilmesi için bu konuda hizmet veren kurumların perfromansları hakkındaki bilgiye kolay ulaşılması fayda sağlıyor. Doktorların, hastanelerin perfromansları hakkındaki anahtar perfromans göstergelerinin belirlenmesi ve bu bilgilerin internet aracılığı ile paylaşıma açılması faydalı olur. Ayrıca, sigorta sistemlerinin de yasaklayıcı bir anlayış ile değil, özendirici bir anlayış ile koruyucu hekimlik gibi önleyici yaklaşımları özendirmesi fayda sağlar.

Ülkemizdeki mecburi hizmet gibi zorlayıcı yaklaşımlar yerine sağlık hizmetleri seviyesinin düşük olduğu yörelerde çalışan doktor ve sağlık personeline daha cazip imkanların sunulması toplumsal sağlık düzeyinin dengeli olarak geliştirilmesine yardımcı olur. Benzer şekilde, belli hastalıkların daha yoğun olduğu yörelerde o hastalıklara özgün çözümlere ağırlık verebilmek üzere bu konudaki istatistiklerin yaygın olarak paylaşılması fayda sağlar. Örneğin, Gaziantep yöresinde yoğun olarak görülen şeker hastalığına ilişkin birimlerin bu yörede kurulmasının özendirilmesi hem uzmanlık gelişimi açısından, hem de hizmetin yerinde verilebilmesi açısından önem taşır.

Sağlık hizmetlerinin rekabetçi ve kaliteli olabilmesini sağlamak üzere yapılan uygulamalar ve sonuçları ile ilgili bilgilerin düzenli olarak bilimsel çalışmalarla irdelenmesi ve etkin, yalın çözümlerle ilgili örneklerin yaygın olarak paylaşımı faydalı olur. Hatta, bu tip çalışmalara dayalı olarak belli protokollerin oluşturulması ve sağlık sigortası ödemelerinde temel olarak kullanılması aşırı maliyetli uygulamaların azaltılmasına yardımcı olabilir.

Sağlık harcamalarında karar vericilerle (doktor, hasta veya hasta yakınları), maliyeti üstlenenlerin (sigorta şirketleri, devlet) farklı olmasından kaynaklanan çıkar çatışmalarını en aza indirebilecek teşvik mekanizmalarının kurulması (örneğin, maliyetin bir kısmının hastalar yüklenmesi veya ekonomik çözümler üreten doktorların teşvik edilmesi) sağlık sistemindeki bireysel kararların daha rasyonel verilmesine ve yenilikçiliğin özendirilmesi önem taşımaktadır. Bu nedenle, insanların kendi sağlıkları için daha yüksek kapsama sağlayacak sigortalara yönlendirilmesi, işverenler katkılarının özendirilmesi için vergi teşvikleri verilmesi sağlıklı ve uzun yaşam arayan toplumların, uzun vadede bu ihtiyaçlarını sürdürülebilir bir şekilde karşılayabilmeleri için gerekli fonların oluşmasına yardımcı olabilir.

Özetle, çok ve iyi yaşamak öncelikle alışkanlıklarımızda değişimler yaparak, daha sonra da sağlık sisteminin daha verimli ve etkin çalışmasını sağlayacak özendirme sistemlerini kurarak ve toplum olarak sağlıklı yaşam için gerekli kaynakları oluşturarak gerçekleştirilebilinir.

Sağlıklı Yaşam İçin Politikalar

Yaşam kalitesini belirleyen en önemli unsur sağlıktır. Sn. Vehbi Koç’un bu konudaki anlatımı konuyu en iyi şekilde özetlemektedir. Vehbi Koç, insan için eğitimin, dostlukların, zenginliğin ve itibarın yüksek olmasının her birinin yaşam kalitesini on misli artıracak unsurlar olduğunu bu nedenle yaşamın değeri açısından her biri için basamağı belirleyen bir “0” koyulması gerektiğini, sağlık için ise hepsinin başına “1” konması gerektiğini söylerdi. Gerçekten de bu en baştaki “1” olmaksızın diğer tüm unsurların manasızlığını ifade eden bu anlatım, sağlığın yaşam kalitesi için ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Bu nedenle, bir ülkede yaşam kalitesini geliştirebilmenin en temel unsurlarından birisi de toplumsal açıdan sağlık düzeyini geliştirebilecek politikaları hayata geçirebilmektir.

Bilimsel ve teknolojik gelişmeler bir taraftan insanların yaşam süresini ve yaşam kalitesini artırırken, diğer taraftan da sağlık harcamalarının çok önemli ölçüde artmasına neden oluyor. Bu konuda yapılan çalışmalar birçok ülkede önümüzdeki 40 yıl içinde sağlık harcamalarının GSMH’nın %5-7’si kadar artacağını gösteriyor. Türkiye için yapılan tahminler ise 40 yıl içinde bugünkü harcama düzeyinin yaklaşık üç misli artacağı yönünde.

Ancak, önemli olan harcamaları artırmak değil, daha verimli çözümlerle sağlıklı yaşam sürelerini artırmak olmalı. Bu nedenle, sağlık politikalarını belirlerken sadece girdileri değil, aynı zamanda çıktıları da ölçmeli ve başarıyı ödüllendirecek sistemler kurmalıyız.

Bu nedenle, sağlık politikalarının oluşturulmasında üzerinde dikkatle durulması gereken bazı yaklaşımlar var:

1. Önleyici yaklaşımların bireysel maliyetini düşürerek, sonradan iyileştirmek için harcanan kaynakların karşılanamayacak düzeylere çıkmasını önlemek. Kalite yönetimi anlayışındaki hataları düzeltmek yerine, baştan önlemek anlayışı sağlık sektörü için en önemli katkıyı sağlayabilecek anlayış değişimlerinden birisi olmaya adaydır.

2. Sağlık sektöründe kurumlar arası bilgi teknolojisi uygulamalarının getirebileceği potansiyel fayda kurum içi uygulamalar ile elde edilebilecek faydadan çok daha büyüktür. Bu bilince ulaşmış ülkelerde, devlet / altyapı sağlayıcılar / servis sağlayıcılar / araştırmacılar / doktorlar / araştırma kurumları / iletişim firmaları / eczaneler / sağlık kurumları / sağlık organizasyonları / ödeme kurumları ve sağlık sektöründeki diğer paydaşların ortak çalışmaları ile söz konusu bilgi ve kaynak paylaşımını mümkün kılacak altyapı ve uygulama projeleri hızla devreye sokulmaktadır. Bireylerin sağlık bilgilerinin ve geçmişlerinin merkezi bir kayıt sisteminde tutulmasını ve kayıtların hastanın rızası ile farklı sağlık kurumlarınca erişilebilir olmasını sağlayabilmek, sağlık hizmetlerinde kalite ve verimin büyük oranda arttırılmasına neden olabilecektir.

3. Sağlık harcamalarında karar vericilerle (doktor, hasta veya hasta yakınları), maliyeti üstlenenlerin (sigorta şirketleri, devlet) farklı olmasından kaynaklanan çıkar çatışmalarını en aza indirebilecek teşvik mekanizmalarının kurulması (örneğin, maliyetin bir kısmının hastalar yüklenmesi veya ekonomik çözümler üreten doktorların teşvik edilmesi) sağlık sistemindeki bireysel kararların daha rasyonel verilmesine ve yenilikçiliğin özendirilmesi önem taşımaktadır.

4. Gelişmenin en hızlı olduğu yerlerde rekabet gücündeki artışlar da hızlı olur. Türkiye’nin sağlık harcamaları en hızlı artacak ülkeler arasında olması, ülkemizde yapılacak sağlık yatırımlarının sadece ülke içindeki talebe değil, aynı zamanda bölgedeki talebe de en iyi şekilde cevap verebilmesinin temeli olabilir. Bu nedenle, gerek sağlık sektörüne personel yetiştirirken, gerekse bu konuda yatırımlar yaparken konuya daha geniş bir bakış açısıyla yaklaşılması önem kazanmaktadır.

Özetle, yaşam kalitesinin en önemli boyutlarından birisi sağlık konusudur. Her konuda olduğu gibi bu konuda da yönetim kalitesini artırmak doğru stratejilerin ve politikaların belirlenmesi ve uygulanmasıyla sağlanabilir.

Kafayı Çalıştırmak

İnsanları dünyadaki diğer canlılardan ayıran en önemli özellik düşünme gücü. Birçok konuda insanlar arasındaki başarı farklarını açıklayan en önemli unsurlardan birisi de düşünce kalitesindeki farklar. Elbette ki güzellik, fiziki güç gibi insanların birçok diğer özelliğinde olduğu gibi zihinsel kapasiteleri arasında da doğuştan gelen farklar var. Ancak, zihinsel kapasiteyi sürekli geliştirebilmek de insanların elinde. “İşleyen demir ışıldar” sözü ile de özetlendiği gibi zihinsel güç de çalıştıkça güçlenebiliyor.

Üstelik zihni çalıştırmak sadece zor matematik problemleri çözerek değil, hayatta yaptığımız birçok farklı aktivite ile de sağlanabiliyor. İnsan beyni hayatı kolaylaştırabilmek için düzenli olarak yapılan aktiviteler için belli bir düzeni alışkanlık haline getiriyor. Örneğin, insanlar genellikle evlerinden işyerlerine giderken aynı yolu seçiyorlar, belli aktiviteler için aynı ellerini kullanıyorlar. Bu gibi alışkanlıklar nedeniyle rutin hale getirdiğimiz faaliyetlerde zaman zaman farklılıklar yaratmak, insan zihninin uyarılmasını ve dolayısıyla gelişmesini destekliyor. Örneğin, sağ elimiz yerine bazı faaliyetler için sol elimizi kullanmak aslında bir yandan bizi zorlarken, diğer taraftan da zihinsel aktivitenin artmasına neden oluyor. Bu nedenle, insanın alışkanlık haline getirdiği bazı aktivitelerde değişiklikler yapması faydalı oluyor.

Örneğin, tatillerde her sene aynı yazlığa gitmek yerine farklı bir ile, farklı bir coğrafi bölgeye gitmek veya farklı bir kültür ile tanışmaya çalışmak insanın zihinsel kapasitesini geliştiriyor.

Zihni genç kalanların her beş senede bir yepyeni bir konuyu öğrenmek için ciddi çaba gösterdikleri gözleniyor. Örneğin, yeni bir lisan öğrenmek, yeni bir müzik aleti çalmayı öğrenmek, yeni bir spor yapmayı öğrenmek alışkanlıkların dışına çıkarak zihni zorlamayı ve geliştirmeyi sağlıyor. Bu nedenle kendinize her beş senede yeni konuyu yaparak öğrene hedefi koymak faydalı oluyor. Bu konu yeni bir sanat alanı olabileceği gibi, yemek yapmak gibi keyifli bir konu da olabilir. Gelir düzeyi yükselen toplumlarda bu tip yeni öğrenim alanlarının her geçen gün daha popüler olması insanların kendilerini zihinsel olarak geliştirme ihtiyacı nedeniyle ön plana çıkıyor.

Düzenli olarak fiziksel egzersizler yapmak da zihni geliştirebiliyor. Bu nedenle farklı hareketler yapabilme becerisini geliştirmek sadece fiziksel gelişim için değil, aynı zamanda zihinsel gelişim için de önemli. Bu nedenle farklı hareketleri zorlayan tabiat ile uğraş aslında insanın kendisini de geliştiriyor.

İnsanların en önemli özelliklerinden birisi de sosyalleşme yetenekleri. Farklı insanlarla tanışmak, başkalarıyla birlikte ortak bir hedef için çaba göstermek, farklı konularda farklı takımların bir oyuncusu olabilmek de zihni geliştiren aktiviteler arasında sayılıyor. Oyun oynamak, özellikle rekabetçi bir ortam yaratattığı, ve her oyunda zihni farklı şekillerde kullanmayı gerektirdiği için faydalı oluyor.

İyi yaşamak, sağlıklı yemek, sigara içmemek, uykusuz kalmamak, yaşamı dengeli bir şekilde farklı aktiviteleri içerecek şekilde düzenlemek de zihinsel gelişim açısından faydalı oluyor.

Özetle, zihnin genç kalmasını sağlamak ve sürekli gelişimini sağlamak dengeli bir yaşam sürdürebilmekten, yeni deneyimleri yaşama katabilmekten ve her konuda öğrenmeyi bir yaşam biçimi haline getirebilmekten geçiyor.

Bir Yaşam Birden Çok Kariyer

Sosyal güvenlik reformu ile ilgili gelişmeler, toplum olarak ilgimizin reform süreçlerine, işçi – memur gibi yapay ayırımlara ve genç yaşta emekli olduktan sonra başka işlerde çalışanlara odaklanmasına neden oldu.

Teknoloji geliştikçe, bir taraftan insanların ihtiyaçları hızla değişiyor, diğer taraftan edinilen bilgi birikimi de eskiyor. Bir zamanlar üniversite mezunu olmak bir ömür boyu belli bir kariyeri sürdürebilecek bilgi düzeyine erişmek anlamına gelirken, bugün meslek içi eğitimlerle bilgisini düzenli olarak yenilemeyenler güncelliklerini ve dolayısı ile mesleği sürdürebilirliliklerini de yitiriyorlar. Daha da önemlisi gelişen teknolojiler bazı mesleklere duyulan ihtiyacın azalmasına, yada tamamen ortadan kalkmasına yol açıyor. Daktilo tamircileri gibi…

Çeşitli sektörlerdeki konsolidasyonlar (bankacılık gibi), birçok yetişmiş insananın genç yaşlarda işsiz kalmasına neden oluyor. Diğer taraftan yetişmiş insan kaynağına ve yeni mesleklere duyulan ihtiyaç artıyor. Toplum olarak gelişmelere ayak uydurmak demek, talebin veya rekabet gücünün azaldığı sektörleri sadece çalışanlarını korumak adına(!) suni teneffüsle yaşatmak yerine, cesaretle bu sektörlerden yenilerine geçebilmek demektir. Bu transformasyonu gerçekleştiren Amerika ve İngiltere gibi ülkeler önemli ölçüde rekabet gücü ve refah artışı sağlayabildi. Cesaretle reformları gerçekleştirildiğinde kısa dönemde bir süre için işsizlik artsa da, sonuçta bu ülkelerin yeni iş yaratma kapasitelerinin de artmasını sağladı.

Bu ülkelerde transformasyon döneminde işsizlikle karşılaşanların yeni alanlara yönelmelerini teşvik etmek ve desteklemek üzere geniş çaplı kariyer geçiş programları uygulandı. Ülkemizde de kamu sektörü reformunun önündeki en önemli engel işsizliğin artması korkusu. Halbuki korkunun ecele faydası yok. Bu korku nedeniyle verimsizliği sürdürmeye çalışmak, toplum olarak kıt kaynaklarımızı doğru kullanmamızı engelleyip, rekabet gücümüzün ve refah seviyemizin düşmesine yol açar. Yapmamız gereken güncelliğini veya verimliliğini yitiren işlerde çalışanları ikinci kariyere hazırlayacak geçiş planlarını ve eğitimleri sağlamaktır.

Ayrıca, ülkemizin sınırlı eğitim kaynaklarını kullanmış, tecrübe birikimi kazanmış kırklı yaşlardaki bir kitleyi emekliliğe sevk etmeye de tahammülü olmamalı. Birikimleri ile ülke gelişmelerine katkıda bulunabilecek bu kitlenin, katma değer yaratmadan bir kenarda hayata devam etmesi, insan kaynağı israfıdır.

Bugünlerde gelişmekte olan sivil toplum örgütlerinde, kurumsallaşma çabasında olan aile şirketlerinde ve yeni gelişmekte olan hizmet sektöründe iş gücü ve yönetici açığı varken, kırklı yaşlardaki bu iş gücü kaynağının, yeni iş arama konusunda bilgilendirilmesi ve cesaretlendirilmesi gerekiyor. Farklı sektörde çalışmanın gerektirdiği davranış biçimleri ve yetkinlikleri kazanmaları için eğitim programları düzenlenmesi de faydalı olacaktır.

Yeni bir kariyere geçişi sağlayanlar bir taraftan yeni bir işin getirdiği heyecan ve keyfi yaşayıp gelir düzeylerini artırırken, diğer taraftan topluma faydalı olmaya devam ettikleri bilinciyle özgüvenlerini ve yaşam sevinçlerini artıracaklardır.

Özetle, çalışmak bir mutluluktur. Kariyerinin değerini bilenler, yetkinliklerini, insan ilişkilerini ve etki alanlarını sürekli olarak geliştirmeye çalışanlardır. Sürekli gelişim ve değişim, yaşam kalitesinin artırılmasının anahtarıdır. Kariyer açısından yeni ufuklara açılabilmek için gerekli geçiş hazırlıklarına önem vermemiz daha zengin ve mutlu bir toplum olmamıza hizmet edecektir.

Yenilikçiliğin Finansmanında Yenilikçilik

Sermayenin demokratikleşmesi kavramını hayata geçirerek BAD’de finansal kaynakların sadece yüksek teminat verebilenlere değil, yenilikçilik yaratanlara yönlenmesinde yaptığı katkılar ile belki de ABD’nin ekonomik kalkınmasına en büyük katkıyı yapanlar arasında yer alan Michael Milken, kendi adıyla kurduğu düşünce merkezinde çeşitli konularda araştırmalar yapılmasını destekliyor. Son çalışmalardan birisi de özellikle sağlık alanında yenilikçiliğin finansmanında nasıl daha etkin modeller geliştirilebileceği konusunda.

Bu konunun ele alınmasındaki ana nedenler arasında son dönemlerde ilaç firmalarının insan ömrünün kalitesini ve süresini geliştirecek yeterli buluş yapamamasında yatıyor. Büyük ilaç firmaları patent korumlarına rağmen yeterince yeni ilacı piyasaya sunamamaları nedeniyle karlılıklarını ve sermaye piyasasındaki değerlerini yitiriyorlar. Bunun sonucunda da yüksek maliyetleri nedeniyle yeni araştımalardan kaçındıkları gibi sırada onay bekleyen denemelerinde de düşüşler yaşanıyor.

Belki hepsinden önemlisi üzerinde çalışılan yenilikler dünyada yaşam kalitesini ve süresini en çok kısıtlayan alanlara değil, ödeme gücü yüksek ülkelerin ihtiyaç duyduğu alanlarda yoğunlaşıyor.

Yapılan çalışma yenilikçilik için ayrılan fonların sadece %10’unun dünyanın gelir düzeyi düşük insanlarının hayat kalitesini etkileyen hastalıkların %90’ına yönelik olduğunu gösteriyor!! Bu nedenle, finans piyasalarında ne gibi yenilikçiliklerin bu durumu değiştirebileceği sorusu hayati bir önem taşıyor.

Bu konuda geliştirilen öneriler şu şekilde özetlenebilir. İlk öneri: Yeni araştırmaların herhangi bir firma için yüksek risk içermesi sorununu çözebilmek üzere risk/getiri paylaşımı artırılmalıdır. Bunun için entelektüel hakların korunmasının çeşitli şirketler tarafından paylaşılması sağlanmalaıdır. Büyük riskler içeren denizaltı petrol kaynaklarının çıkarılması ve/veya Hollywood’da yaygın olarak kullanılan yeni film haklarının birden çok şirket tarafından paylaşılması gibi yaklaşımların yeni ilaçların geliştirilmesi sürecine de uygulanması bu konuda önemli gelişmelere katkı sağlayabilir.

İkinci öneri: Bill Gates veya Warren Buffet gibi zenginlerin yaptıkları bağışlarla önemli kaynaklara ulaşan vakıflarında desteği ile Alzheimer gibi önemli toplumsal etkisi olan hastalıklar için yapılacak yatırımlara garanti verilerek, bu araştırmaları yürüten şirketlerin halka açılmasını sağlayarak riskin daha geniş kitleler tarafından üstlenilmesine yardımcı olunabilir.

Üçüncü öneri: Özellikle Sarbanes-Oxley kanunuyla şirketlerin yönetim kurulu üyelerinin risklerinin önemli ölçüde artmış olması, yönetim kurullarının risk iştahını da önemli ölçüde azalttı. Bu nedenle, araştırmacı şirketlerin yönetim kurullarında görev yapan üyelerin sigorta kapsamını genişletmek üzere fon ayrılması, aslında bu konuda en çok deneyime sahip şirketlerin risk iştahını eski seviyelere getirerek yenilikçi atılımların önünü kesme sorununun aşılmasına yardımcı olabilir.

Dördüncü öneri: Entelektüel sermaye getirilerinin sermaye ve borç piyaslarında işlem görmesini sağlayacak hukuki ve kurumsal altyapının geliştirerek, yenilikçilik getirisinin ve dolayısıyla riskinin daha yaygın olarak paylaşılmasını sağlamak mümkün olabilir.

Beşinci öneri: Gelecek nesillerin yaşam kalitesini geliştrmek üzere yapılan bu araştırmaların, şimdiden söz verilen ancak ödemesi ileride yapılacak bağışların garantileri ile bugünden sermaye piyasalarına sunulmasının sağlanması, yenilikçilik için bugün gerekli fonları harekete geçirebilir.

Özetle, yenilikçilik kavramının öneminin her geçen gün daha da iyi anlaşıldığı bir dönemde yenilikçiliğin finansmanına getirilebilecek yenilikçiliğin de önemli olduğu gözüküyor. Finanse edilemeyen fikirler, hayata geçirilemez. Bu nedenle, toplumsal olarak yenilikçiliğe ayrılan kaynakları artırmak üzere fikir üretmek ve bu fikirleri hayata geçirmek gelecekteki yaşam kalitesini artırmanın en temel araçlarından birisidir.

Yelken Yöneticilik Yetkinliğini Geliştirir

Yelkencilik sadece bir spor değil, aynı zamanda önemli bir eğitim aracıdır.

Öncelikle, yelkencilik bir hedef belirlemeyi ve bu hedefe ulaşabilmek için önceden çevre şartlarını inceleyip, detaylı planlama yapmayı gerektiren bir spordur. Bu nedenle, yöneticiler için planlama deneyimi kazanma aracı olarak kullanılabilir.

Bu planlama süreci sadece rotayı içermez, aynı zamanda su, enerji, yiyecek ve bakım malzemesi gibi birçok yaşamsal kaynağın da planlanmasını gerektirir. Bu yönüyle yelkencilik, yöneticilikte gerekli olan konunun tüm yönleriyle planlanması ve kaynakların etkin kullanılması becerilerinin geliştirilmesine yardımcı olur.

Yelken de hayat gibi dinamiktir. Başarı doğru kararlar kadar çevre şartlarının da uygun olmasına bağlı olabiliyor. Üstelik, her ne kadar detaylı ve iyi düşünülmüş planlar yapılmış olursa olsun, değişen şartlara hızla uyum sağlayabilmek de başarı için önem taşıyor. Yelken yarışlarında da hem her gün hava şartlarında değişkenlik vardır, hem de rakiplerin yaptıkları seçimler hava şartlarından herkesin farklı şekilde yararlanmasına neden olur. Bu yönüyle de yelken, yöneticileri değişen şartlara uyum sağlayabilme yetkinliklerini geliştirmeye ve rekabete hazırlar.

Hayatta başarıyı etkileyen önemli unsurlardan birisi de ortaklıklardır: evlilik, iş ortaklığı, takım arkadaşlığı gibi. Yelken sporunda da başarıyı ve keyfi geliştiren faktörler arasında ortak ile anlaşma ve uyum vardır. Bu yönüyle de yelken, yöneticileri takım çalışmasına da hazırlar.

Yelkencilikte takım içinde ve başka teknelerdekiler ile sahildekilerle iletişim kurma yetkinliği önem taşımaktadır. Bu nedenle, yelken iletişim yetkinliklerinin gelişmesine yardımcı olur.

Toplumsal hayat kurallara uymayı gerektirir. Kuralların rasyonel nedenleri olması ise onlara uyumu artırır. Yelken için de geçerli olan bu durum, yöneticileri kurallara uyum sağlamaya da hazırlar.

Yelkenciliğin önemli şartlarından birisi de riskleri önceden görmeye çalışmak ve her türlü risk için hazırlıklı olmaktır. Bu nedenle, yelken yöneticilikte çok önemli bir faktör olan risk yönetimi konusunda da deneyim kazandırır.

Yelkende önemli ilkelerden birisi de “herşeyin bir yerinin olması ve herşeyin her zaman düzenli olarak yerinde olması”nın sağlanmasıdır. Kurumsal yönetim için önemli olan şeffaflık ve açıklık ilkeleriyle uyumlu olan bu anlayış aslında karar almada hızı ve risklerden korunmayı sağlayan bir yaklaşımdır. Bu yönüyle de yelkencilik yöneticiliğe hazırlanmada yardımcı olur.

Hem yelkende, hem de iş hayatında başarı için gerekli önemli konulardan birisi de disiplinli olmaktır. Tabiat hataları affetmez. Bu nedenle, yelkende disiplin hayati önem taşır. Bu yönüyle de yelken yöneticilik yetkinliklerinin gelişmesine yardımcı olur.

Özetle, yelken sadece keyifli bir spor değil, aynı zamanda yöneticilik yetkinliklerini de geliştirmeye destek olabilecek bir eğitim aracıdır.

Liderlik Yetkinliklerini Geliştirmek

Lider, insanları bir hedef doğrultusunda harekete geçirebilen kişidir. Liderlik etki yapılacak davranışa ve ortama göre bazı farklı özellikler gerektirebilir. Örneğin, savaşta liderlik ile siyasette liderlik, üniversitede liderlik, farklı kişisel özellikler gerektirebilir. Bir şirkette yeni girişim döneminde liderlik ile, kurumsallaşma döneminde liderlik farklı özelliklerin ön plana çıkmasını gerektirebilir. Ancak, liderlerin bazı ortak özellikleri de var. Bu yetkinlik deneyimle geliştirilebilir.

Kurumlarında liderlik yetkinliğini geliştirmek isteyen yöneticiler performans değerlendirmelerinde yöneticilerini üç farklı boyutta değerlendirmeli, iyileştirme alanlarını tespit ederek bu konuda gelişim planlarını devreye almalılar. İyi liderlerin işe ve faaliyetlere yaklaşımının sonuç odaklı olması; insan yönetimini, motivasyonunu ve gelişimini sağlama ve özdeğerlendirme ve bireysel gelişim konusundaki disiplini önem taşıyor.

Sonuç odaklı çalışma yetkinlikleri arasında problem tanımı yapabilme ve önceliklendirme yer alıyor. Problemi doğru tanımlama, bu konuda uzlaşı sağlayabilme ve problemi oluşturan çeşitli unsurlar arasından önemlilerle daha az önemlileri ayırd ederek önemli unsurlara odaklanabilme yeteneği önemli bir liderlik yetkinliği olarak ortaya çıkıyor. Ulaşılması gereken hedefe ilerlerken karşılaşılabilecek engelerin tespit edilmesi ve bunların aşılması için planlar oluşturulması da önemli yetkinlikler arasında yer alıyor.

Problemi tanımlayıp, hedefleri belirlerken açıkça veya dolaylı olarak kullanılan varsayımların kritik bir gözle değerlendirilmesi ve hangi konularda eksik bilgi olduğunun belirlenerek, bu bilgilerin nasıl ve hangi detayda elde edileceğine ilişkin değerlendirme yapabilme yetkinliği de faaliyetlerde başarılı sonuca ulaşabilmeyi getiren yetkinlikler arasında yer alıyor. Karar verilen uygulama planlarının ortaya çıkarabileceği çeşitli riskleri belirleyebilme ve bu riskleri yönetebilme becerisi geniş düşünme ve farklı topluluklarla çalışabilme yetkinliği gerektiriyor.

İnsan yönetimi konusundaki en önemli yetkinliklerden birisi farklı kişilerin motivasyon kaynaklarını anlayabilme ve bu bilgiyi kullanma yetkinliğidir. İyi lider, bir yandan takımın performansını artırmaya çalışırken, bir yandan da takım üyelerinin kariyerlerinde gelişmelerine destek verirler. Onların başka pozisyonlara hazırlanmalarına yardımcı olurlar. Liderler, insanları sadece bugünkü performanslarıyla değil, aynı zamanda gelecekteki potansiyelleriyle de değerlendirirler. İşlerini hem bugünkü performansı, hem de gelecekteki potansiyeli geliştirmek gayesiyle yönetirler.

Takım oluşturmanın ve performans geliştirmenin en etkili yöntemlerinden birisi de sürekli olarak bilgi paylaşımı sağlamak ve örnek olmaktır. Öğretmek, öğrenmenin ve gelişmenin temelidir. Öğretmek, aynı zamanda bir sosyal sorumluluktur. Bu sorumluluk liderin tutarlı davranma yönünde zorlayıcı bir disipline kavuşmasını da destekler. İnsanların hata yapmalarına fırsat tanımak, onların öğrenme sürecini desteklemek, hataların tekrarlanmaması için geri besleme, bilgi paylaşım ortamları yaratma gibi süreçler geliştirmek insanları etkileme sanatının araçları arasındadır. Bu yaklaşım, takımın yaratıcılığını geliştirir.

Önemli liderlik yetkinliklerinden birisi de çatışma durumlarından kaçınmadan sorunları çözebilme ve çeşitli çıkarlar arasında adil ve dengeli kararlar alabilme yetkinliğidir. İnsan kaynaklarına ilişkin alınan kararların çok uzun vadeli etkileri olabileceği ve örnek oluşturarak kurumsal kültürü etkileyebileceğini anlayabilme becerisi de önemli bir yetkinlik olarak değerlendiriliyor.

Özetle, liderlik yetkinlikleri geliştirilebilir. Bir kurumda bu yetkinliklerin geliştirilebilmesi için performans yönetimi sisteminin sağlıklı olarak çalıştırılmasına önem verilmesi gerekiyor. Performans değerlendirmelerinde sadece iş sonuçları değil, aynı zamanda bu sonuçlara ulaşırken yöneticilerin sergiledikleri yaklaşım ve yetkinliklerine ilişkin göstergelerin de değerlendirilmesi önem taşıyor.

Şirket Stratejisi ve Kariyeriniz

Çalışanlar genellikle stratejiyi üst yönetimin ilgilendiği bir konu olarak algılar ve çalışmalarını günlük işlere odaklamayı tercih ederler. Oysa, şirket stratejisini iyi anlamak, günlük işlerle ilişkisini kurabilmek, kurum içindeki iletişimde konuların strateji ile bağlantısını kurabilmek, çevre şartlarını ve rakiplerin davranışlarını stratejik bakış açısoyla değerlendirip şirketin strateji geliştirme sürecine anlamlı katkılarda bulunmak bir çalışanın kariyerinde ilerlemesini sağlamak açısından büyük önem taşımaktadır.

Konu şirketler açısından ele alındığında, strateji ile ilgili en önemli konunun uygulama olması, çalışanların stratejiyi iyi anlamaları ve çalışmalarını bu doğrultuda gerçekleştirmeleri şirketin katma değer yaratabilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, şirket için katma değer yaratan çalışanlar da daha değerli olarak kabul edilirler.

Bu konudaki yaklaşım daha işe girerken bir farklılık yaratmaya yardımcı olabilir. İş görüşmesine gitmeden önce ilgili şirketin stratejisi hakkında bilgi toplayan ve kendi yetkinliklerinin bu stratejinin uygulanabilmesinde nasıl faydalar sağlayabileceğini gerek hazırladığı özgeçmiş ile, gerekse iş görüşmesinde ortaya koyabilen bir kişinin işe girme olasılığı elbette ki artacaktır. Özellikle ülkemizde işsizliğin yüksek olduğu bir dönemde bu yaklaşımın iş bulma konusundaki etkinliği gençler için özellikle önemli olabilir.

İşe girdikten sonra çalışanın kendi sorumluluk alanındaki faaliyetlerle şirket stratejisi arasındaki ilişkileri belirlemesi ve stratejiye katkıda bulunacak proje ve faaliyetlere öncelik vermesi kurumda daha hızlı yükselebilmesini sağlayacaktır. Startejinin gerektirdiği yetkinliklerle kendi yetkinlikleri arasındaki farkları bilen ve bu farkları kapatabilmek için kendisini sürekli olarak geliştirmeye gayret eden bir çalışanın şirket için değeri de artacaktır.

Çalışanların bir şirkette başarılı olabilmesi için hem doğru faaliyetlere odaklanmalı, hem de yaptıklarını iyi anlatabilmelidir. Çeşitli toplantılarda kendi faaliyet alanı ile ilgili çalışmaları anlatırken şirket stratejisi ile bağlantılarını kurabilen kişiler özellikle üst yönetim tarafından daha dikkatle izlenir ve kendilerini gösterme fırsatı elde ederler.

Şirket stratejisini iyi anlayan çalışanlar kendi kariyerlerini geliştirmek için şirketin önem vereceği faaliyetleri öngörerek bu konularda çalışmaya gönüllü olarak katılır ve kendilerini bu konularda geliştirmeye çalışırlar. Böylelikle, kendilerini farkettirebilirler.
Yönetim kademesinde olan çalışanlar ise strateji konusundaki anlayışı kendisine bağlı çalışanlarla paylaşıp, onların stratejik anlayışlarını ve dolayısıyla strateji doğrultusundaki katkılarını artırmaya yardımcı olabilirler. Bir yönetici her zaman sınırlı kaynakların kullanımı konusunda öncelik belirlemek zorundadır. Bu öncelikleri şirketin stratejilerini temel alarak belirlemeyi alışkanlık haline getiren yöneticilerin kurumda yükselme olasılığı da artar.

Yöneticilerin önemli görevlerinden birisi de birlikte çalıştığı kişilerin performanslarını değerlendirmek ve çalışanları ödüllendirmektir. Bu görevi hakkıyla gerçekleştirirken stratejiyi temel almak kurumda stratejik anlayışın gelişmesini ve stratejinin şirkette etkin olarak uygulanmasını sağlayacaktır. Bunu başarabilen yöneticiler ise başarılı yönetici olarak tanınırlar.

Özetle, şirket stratejisini anlamak için çaba gösteren, kendi görev alanındaki faaliyet ve projelerin önceliklerini bu strateji doğrultusunda belirleyebilen, kendi gelişim planlarını stratejiyi daha iyi uygulayabilecek yetkinlikleri geliştirmek yönünde yapabilen çalışanlar ve yöneticiler kendi kariyerlerini de geliştirmiş olurlar.

Kalite Felsefesini Öğretebilmek

Yeni bir eğitim yılı başlarken bu sürecin tüm paydaşları: öğrenciler, öğretmenler ve veliler gençlerimizin yaşamlarındaki bu önemli hazırlık dönemini ne kadar faydalı geçirdiklerini sorgulamalı ve geliştirmeliler. Eğitim hayatını sadece bir bilgi yükleme dönemi olarak görmemeli, gençlere gelecekteki hayatlarında başarılı olmaya yönlendirebilecek davranışları alışkanlık haline getirebilecek deneyimler kazandırmaya da çalışmalıyız.

Gelecekteki yaşam kalitesini geliştirebilmek için bugünden kalite felsefesini gençlerimizle tanıştırmak en etkili kazanımlardan biri olacaktır. Öğrenim çağındaki gençlerin kendileri için kısa ve uzun vadeli hedefler belirlemelerinin sağlanması ve bu hedeflerin kendi yetkinlikleriyle uyumlu olması konusunda test edebilecekleri ortamlar yaratılması kendi hayatlarıyla ilgili olarak liderlik yapabilmelerini sağlayacak ilk adım olacaktır.

Eğitim sisteminin sadece derslerle ilgili notlar üzerine değil, gençlerin kendileri için koydukları belirgin hedefler doğrultusundaki gelişimlerinin değerlendirilmesi sonuç odaklı olarak çalışma becerisini geliştirmeye yardımcı olacaktır.

Gençlerin zamanlarını sadece kendilerini geliştirmek üzere değil, aynı zamanda çevrelerindeki sorunlarla da ilgilenerek başkalarına faydalı olabilecekleri çalışmalar yapmalarının teşvik edilmesi onların girişimcilik, toplumsal sorumluluk ve müşteri bilinci konusundaki yetkinliklerini geliştirir.

Gençlerin spor, sanat, sosyal faaliyetler gibi konulardaki çalışmalarını kendilerinin planlamaları, bu konudaki gelişimlerini ölçmeye ve bu konuda kendi kayıtlarını tutmalarının teşvik edilmesi onların süreçlerle ve verilerle yönetim konusunda bilinçlenmelerini sağlar.

Gençlerin gerek akademik, gerekse sosyal çalışmalarında takım çalışması içeren faaliyetlerin özendirilmesi onların başkalarıyla birlikte bir sonuca ulaşabilmek konusunda gelişmelerini sağlar. Takım arkadaşlarının gelişmesini desteklemeleri yöneticilik becerilerinin gelişmesini sağlar.

Gençlerin belli bir hedefe ulaşabilmek için farklı kurumlardan başka gençlerle birlikte çalışmalarının özendirilmesi onların işbirlikleri geliştirme ve başkalarıyla çalışma becerilerini geliştirir.

Gençlerin gelişimini sürekli kılmanın en etkin yöntemlerinden birisi de sadece birbirleriyle karşılaştırmalı sonuçlara değil, aynı zamanda performanslarındaki gelişime de odaklanılmasını sağlamaktır. Bu nedenle, özellikle eğitmenler ve velilerin gençlerdeki gelişimi takip edip bu konudaki ilerlemeleri takdir etmeleri gençlerin sürekli öğrenme ve gelişme konusundaki motivasyonlarını artırır.

Gençlere her hatayı bir öğrenme fırsatı olarak sunmak ve tekrar etmemesi için ne gibi tedbirler alabilecekleri konusunda kendilerinin fikir üretmelerini sağlamak onların yaratıcılık yetkinliklerini de geliştirir.

Gençlerin üstlendikleri her sorumluluk ve faaliyette bu konudaki çabalarını hangi sonuçları elde etmek için yaptıklarını ortaya koymaları ve hangi sonuçları elde ettiklerini açıklamaya çalışmaları onların özdeğerlendirme yapabilme becerilerini geliştirecektir. Hedefler ve elde edilen sonuçlarla birlikte kullanılacak yöntemler konusunda da tartışma ortamı yaratılması onların anlamlı yaklaşımlar geliştirebilme becerilerini artırır.

Özellikle takım çalışması gerektiren faaliyetlerde bu değerlendirmeyi takım arkadaşlarıyla birlikte yapmalarının sağlanması onların toplumda başkalarıyla birlikte sonuç odaklı çalışmalar yapabilmeleri ve kendileriyle birlikte takım arkadaşlarının da sürekli gelişmesine yardımcı olamalarını sağlar.

Özetle, yaşam kalitesini geliştirmek için yönetim kalitemizi geliştirmeliyiz. Gençlerimizin bu konudaki yetkinliklerinin okul çağından başlayarak geliştirilmesi ise gelecekteki toplumsal refahımızın arttırılabilmesi için çok önemli bir adım olacaktır.

Zamana Saygı Göstermek

Şirketler, değerlerini artırabilmek için büyüme hızlarını geliştirmeye çalışıyorlar. En karlı büyüme yöntemlerinden birisi de sadece ürün satışlarını artırmaya odaklanmak yerine, ürün ile birlikte çözümü sağlayan servisleri de sunmaktan geçiyor. Üstelik, satışta servis boyutunu geliştirmek aynı zamanda müşteri sadakatini de geliştirmeye yardımcı olabiliyor. Servis ile müşteri tatminini geliştirmenin en önemli boyutlarından birisi de müşterinin zamanını etkili kullanmaktır, müşteri açısından hızlı servistir.

Örneğin, bir berberin müşteri tatmini yaratmasındaki en önemli unsurlar arasında saç kesim kalitesi kadar, müşterisini bekleme salonlarında bekletmemesi de sıralanabilir. Bu nedenle, iyi berberlerin önemli müşterilerinin bulundukları mekana gidip servis vermeleri, bu müşterinin tatmin düzeyini artırmaya yönelik bir yaklaşımdır. Örneğin, British Airways’in ‘business’ sınıfı yolcuları için İngiltere’de gerek çıkışta kontrol işlemlerini, gerekse girişte vize işlemlerini daha hızlı yapmaya yönelik süreçler geliştirmiş olmaları müşterinin zamanına gösterdikleri saygının bir göstergesidir. Oysa, THY’nın Devlet Hava Limanları ile birlikte benzer yaklaşımlar geliştirmemiş olması, çoğu kez Ankara-İstanbul gibi kısa bir uçuş zamanına sahip seferlerde, apronda, havalimanında, körüğe yanaşmama nedeniyle otobüste geçirilen zamanın uçuş süresini çok aşmasına neden olmaktadır! Uçuş kalitesinden ve uçaktaki servisten memnun olan müşterilerin çoğu, toplam seyahat deneyiminden tatmin olamamaktadır.

Müşterinin zamanına saygı gösteren bir yaklaşım, satılan ürün ve hizmete değil, müşteriye odaklı bir bakış açısıyla sağlanabiliyor. Üstelik, çoğu kez böyle bir yaklaşım toplam maliyetleri düşürdüğü için daha şirkete de daha çok kar sağlıyor. Zaman maliyettir. Müşterinin boş geçen zamanı sadece müşteri için değil, müşteriyi bu boş zamanda oyalamak durumunda kalan şirket için de maliyettir. Bu maliyetleri kimin üstlendiğinden daha önemlisi, maliyeti ortadan kaldıracak süreç yapılanmasını sağlamaktır.

Son dönemlerde yaşadığımız ihracat patlamasıyla birlikte Avrupa pazarı Türk iş dünyası için en büyük pazar konumuna geliyor. Türk sanayisinin üretim ölçekleri ve ekonomisi Uzak Doğu ile fiyat olarak rekabet etmekte zorlanacağımızı gösteriyor. Ancak, müşteriye zaman kazandıracak yapılanmalar, Türkiye’ye önemli rekabet avantajları getirecektir. Örneğin, tekstil sektöründe sadece bir ürün grubunu en ucuza üretmeye odaklanarak başarı sağlamak her geçen gün daha güç bir hale geliyor. Oysa, dükkana gidecek paketin tamamını hızlı bir şekilde hazırlayacak ilişkileri kurup, boy,renk, ürün çeşitliliği ile nihai tüketim noktasına günlük tedarik sağlayacak bir lojistik yaklaşımı sergilemek tekstil sektörünün sağlayacağı katma değeri ve rekabet gücünü artırabilecektir.

Zamana saygı gösterebilmek için yalın düşünceyi sadece üretime değil, aynı zamanda müşterinin fayda sağladığı ana kadar geçen tüm sürece uyarlamak gerekiyor. Bu nedenle, ürün ve hizmet satışı anlayışı, yerini çözüm üretme yaklaşımına bırakmalı. Bir zamanlar moda olan şirket içi süreçlerin yeniden yapılandırılması anlayışı, sorunların şirket içinde departmanlar arasında pas edilmesinin önüne geçmeye yardımcı oldu. Şimdi, sadece şirketin içine odaklanmak yeterli değil, artık tüm tedarikçilerle birlikte, bizim işimiz olsun veya olmasın, müşterinin tatminini sağlayacak bütünsel çözümleri üretme zamanı.

Özetle, müşterinin zamanına saygı göstermek, onun istediği çözümü, istediği yerde, istediği zamanda sunmak ve her geçen gün onun istediklerini daha hızlı olarak gerçekleştirmekten geçiyor.

Şirketlerde Yükselmenin Temeli

Şirketlerde hangi özelliklere sahip profesyonellerin daha hızlı yükselme potansiyeli olduğunu inceleyen bir araştırma kariyerlerinde ilerlemek isteyen yöneticiler için önemli ipuçları içeriyor. Bu çalışmaya göre hızlı yükselen profesyonelleri diğerlerinden ayıran en önemli özellik stratejik bakış açısına sahip olmaları. Stratejinin özü seçim yapmaktır. Dolayısıyla, başarılı ve hızlı yükselen yöneticiler herşeyi birden yapmaya çalışan değil, doğru seçimleri yapma kapasitesine sahip kişilerden oluşuyor.

Yükselen profesyonelleri diğerlerinden ayıran ikinci önemli özellik de değişim yönetimi becerileri. Günümüzde şirketlerin rekabet içinde bulunduğu piyasalar ve çevre şartları çok hızlı bir değişim içerisinde. Şirketlerin sürekli olarak değişen şartlara uyum sağlama ihtiyacı var. Bu nedenle, değişimi iyi yönetebilmek mevcudu iyi bir şekilde sürdürebilmekten daha çok prim yapıyor. Değişimi iyi yönetebilmenin gerektirdiği geniş bakış açısı, planlama yeteneği, iletişim becerileri, belirsizlikle başedebilme gibi yetkinlikler yükselmenin de temelini oluşturuyor.

Hızlı yükselmeyi sağlayan bir başka özellik de sonuç odaklı olmak. Yatırımcılar kısa vadede sonuç bekliyorlar ve uzun vadeli beklemeye tahammülleri sınırlı. Bu nedenle, bahane üretmeye değil, sonuç üretmeye prim veriyorlar. Bir işin ne kadar iyi yapıldığı girdilerle değil, sonuçlarla ölçülüyor. Hızlı ve iyi sonuçlar üretebilen yöneticiler de yükselme potansiyellerini artırıyorlar.

Yükselmeyi destekleyen bir başka özellik ise kararlılık. Uygulama becerisi kararlılık gerektiriyor. Kararlarında ısrarlı olamayanlar uygulamada çok zaman kaybediyorlar. Bu nedenle, belirsizlik tam olarak ortadan kalkmamış olsa da daha çok araştırma yapmak yerine risk alabilen ve kararlı davranabilen yöneticilerin başarıyı yakalama şansları da, yükselme potansiyelleri de artıyor.

Hızlı yükselen yöneticileri diğerlerinden ayıran bir başka özellik de deneyimlerin genişliği. Teknolojik, sosyolojik ve demografik değişimlere uyum sağlayabilmek, bu konularda vizyon sahibi olabilmek farklı alanlarda deneyim gerektiriyor. Bu nedenle, farklı uzmanlık alanlarında, hatta farklı endüstrilerde deneyim kazanmak, rotasyon fırsatlarını değerlendirmek, yükselmeye de yardımcı oluyor.

Şirketlerin rekabet ortamı ve piyasaları küreselleştikçe çok farklı kültürlerde çalışanları ve müşterileri iyi tanımak önemli bir özellik olarak ortaya çıkıyor. Bu nedenle, farklılıkların ve çeşitliliğin yönetimi konusundaki deneyimler ve yetkinlikler yöneticileri ön plana çıkarıyor. Farlılıkları ve çeşitliliği içinde barındırabilen yapılarda yaratıcılık da daha yüksek oluyor. Bu nedenle, bu konudaki becerileri olan yöneticilerin yönettikleri işlerde yenilikçilik ve yaratıcılık da daha hızlı gelişiyor.

“Bir elin nesi var. İki elin sesi var.” Takım çalışması konusunda başarılı olan, farklı disiplinlerdekilerle birlikte çalışabilen yöneticiler, diğerlerine göre daha hızlı yükseliyorlar. Yeni insan kaynakları sistemleri performans yönetiminde 360 derecelik değerlendirmelere yer veriyor. Bu nedenle şirketin farklı departmanlarında iyi izlenimler bırakabilen yöneticilerin daha üst düzey görevlere gelebilme potansiyelleri de artıyor.

Hızlı yükselen yöneticilerin ortak özelliklerinden birisi de insan kaynakları yönetimindeki becerileri. Çalışanların gönlüne ve zihnine hitap edebilen, onları sürekli gelişmeye yönlendirebilen, motivasyonlarını yüksek tutabilen yöneticiler daha başarılı oluyorlar.

Başarılı yöneticileri diğerlerinden en düşük düzeyde ayırabilen özellik ise belli bir konuda derin bilgiye sahip olmak. Dolayısıyla, derinlemesine bilgi sahibi olmak faydalı olmakla birlikte, tek başına pek de yeterli ve ayırt edici bir özellik değil.

Özetle, hızlı yükselmek isteyen profesyonellerin bu konudaki becerilerini geliştirmek için önlerine çıkan fırsatları iyi değerlendirmeleri ve kendilerine bu becerileri geliştirecek fırsatlar yaratmaları önem taşıyor. Uzun vadeli düşünüp, kısa vadede doğru adımları atan yöneticiler şirketlerde daha hızlı yükselmenin de temellerini oluşturabiliyorlar.

Öğrenmenin Temeli

Kıyaslama, en iyilerden öğrenme, yönetim kalitesini geliştirmenin temel araçlarından sayılıyor. Ancak, istatistik bilimi sadece en iyileri içeren çalışmaların sonuçlarına güvenmein güç olduğunu, iyilerin neden iyi olduğunu gerçekten anlayabilmek için sadece iyileri değil, başarısızları da incelemek gerekiyor.

Bir konunun bütünü hakkında bilgi edinmeden, sadece başarılı olanları incelemek yanlış sonuçlara ulaşılmasına yol açabilir. Örneğin, ay başında bir mektup alıyorsunuz. Mektup, birtakım güncel olayları dayanak gösterip borsanın bu ay yükseleceğini iddia ediyor. Siz pek yüz vermiyorsunuz. Ay sonunda gerçekten borsa yükseliyor. Bir sonraki ay başında aldığınız ikinci mektup belli açıklamalarla bu ay borsanın düşeceğini iddia ediyor. İlk ayın performansından fazla etkilenmemiş olacaksınız ki, bu mektup da sizi etkilemiyor. Ancak, ay sonunda borsanın gerçekten düştüğünü görüyorsunuz. Altı ay boyunca benzer mektuplar alıyorsunuz ve her seferinde borsanın yönünün doğru tahmin edildiğine şahit oluyorsunuz.

Yedinci ayın başında yeni bir mektup alıyorsunuz ve ilk altı aylık performansı dayanak göstererek sizi özel olarak bir offshore fona yatırım yapmaya davet ediyor.

Ne yaparsınız?

Bu örnekte, tüm birikimlerini bu “akıllı” yatırımcının tavsiyesine uyarak önerilen fona yatırım yapma kararı verenler iki ay içinde tüm birikimlerini kaybediyor!!

Altı ay boyunca doğru tahminleri içeren mektupları alanların bilmedikleri konu ortalıkta kaç tane mektubun dolaştığı.
Çünkü kendini “akıllı” yatırımcı olarak gösteren kişi, aslında bir üç kağıtçı.

Bir bankadan 12.000 kişinin adresini ediniyor. İlk ay bunların 6.000’ne borsanın yükseleceği, 6.000’ne ise düşeceği yönündeki tahminleri içeren mektuplar gönderiyor. Birinci ayın sonunda, bu kez borsanın yönünü doğru tahmin ettiği 5.000 kişinin 3.000 kişisine borsanın yükseleceği, 3.000 kişiye ise düşeceğini anlatan mektuplar gönderiyor.

Altıncı ayın sonunda, altı ay boyunca doğru tahminlerle karşılaşan 188 talihsiz yatırımcıya davet gönderiliyor! 12.000 kişilik havuzdan elenerek kalan 188 kişinin arasında olduklarını bilmeyen bu yatırımcılardan toplanan paralar ise uçuyor.

Konunun bütünü hakkında bilgi sahibi olmayan bu yatırımcılar etkilendikleri performansın(!) kurbanı oluyorlar. Özellikle, geçmiş performanslarına bakarak samimiyetle kendilerinin çok iyi birer yatırımcı olduğunu düşünenler, toplam yatırımcı havuzu hakkında bilgi edinmedikleri sürece bu başarının şansına olup olmadığını bilemeyeceklerini anlamalıdırlar.

Sadece iyilere bakarak öğrenmeye çalışmak gerektiğinden fazla risk almayı özendiriyor. Örneğin, başarılı şirketlerin risk alma yeteneğinin yüksek olduğunu savunabilmek için sadece başarılı şirketlerin yüksek bir yüzdesinin risk alma yeteneği olması yeterli değildir. Aynı zamanda, risk almanın başarısızlığı da nasıl etkilediğni anlamak gerekiyor. Mesela, bir ülkedeki zenginlerin çoğunun ilkokul mezunu olması, yüksek okul okumanın iş hayatında başarıyı engellediği sonucunu geçerli kılamaz. Bu sonuç için ilkokul mezunlarının başarı yüzdesinin, yüksek okul mezunlarına göre daha yüksek olduğunu göstermek gerekiyor. Nitekim, yüksek risk alanlar arasından şanslı birkaç kişi gerçekten çok büyük getiri sağlayabilir. Ancak, yüksek risk alanların büyük çoğunluğu da aldıkları risk nedeniyle batmış olabilir.

Özetle, bize sunulan bir sonucu iyi olarak değerlendirebilmek için o sonucun elde edilme olasılığını da değerlendirmeliyiz.

Hoşgörünün Beşiği: Anadolu

Bugün dünyanın en çok ihtiyacı olan kavramlardan birisi de hoşgörü ve farklılıkların birarada yönetimi. İnsanlarin, kültürlerin, dinlerin ve fikirlerin yüzyıllardır bir arada varolduğu ve iç içe geçtiği Anadolu’da hoşgörü ve farklılıkları bir arada yönetme konusunda geniş bir deneyim var.

Anadolu, hoşgörünün ve farklılıkları bir arada yönetmenin hassas ayarlarına büyük katkılarda bulunabilecek bir tarihsel mirasa sahip. Örneğin, anne tarafından Bizans hanedanına mensup Selçuklu Sultanı II. Keykâvus’un sarayında Hıristiyan rahiplerle, Müslüman din yorumcuları arasında teolojik tartışmalar yaptırdığı kayıtlara geçmiş. Anadolu halkının dinsel ve kültürel içiçe geçişi öyle noktalara varmış ki, bazı Hıristiyan “martyr”lerin, başka bir deyişle dinsel şehitlerinin Türkler arasında zamanla “evliya” olarak algılanmaya başlandığını, mezarlarının “ziyaretgâh” olarak kabul edildiğini biliyoruz. Mevsimlik bayramlarda da böyle bir kaynaşma var. Hıristiyanların Aya Yorgi bayramları ile Müslümanların Hıdrellez bayramı aynı gün, 6 Mayıs’ta kutlanıyor.

Anadolu geleneğinde çok önemli bir yeri olan tasavvuf felsefesi, hoşgörü ve ahenge dayanır. Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Mevlana Celaleddin Rumi gibi büyük şair ve düşünürler farklılıkları bir zenginlik kaynağı olarak görmüşlerdir. Mevlana Celaleddin’in Konya yakınlarındaki bazı manastırları, sık sık ziyaret ettiği, sohbetlerine katılanlar arasında muhtelif Hıristiyan ve Yahudi cemaatlerinden kişilerin bulunduğu ve hatta İstanbul’dan bile rahiplerin onunla görüşmeye geldiği kayıtlara geçmiştir. 13. yüzyılda “Sen sana ne sanırsan/Ayruğa da – yani “öteki”ne de – onu san/ Dört kitabın manası/Budur eğer var ise” diye şiir söyleyen kişinin, büyük tasavvuf şairi ve düşünürü Yunus Emre olması bu nedenle bir tesadüf olamaz.

Bugünün şirket yöneticilerinin karşılaştıkları en önemli iki sorun yetenekli bireyleri cezbedebilmek ve birleşmeler, satın almalar, ortaklıklar kurma yoluyla sektörlerin yeniden yapılanmasını yönlendirebilmektir.

Yetenekli bireyleri cezbetmeye çalışırken, yaş grupları, cinsiyet, ulusal kimlik, dinsel aidiyet, etnisite ve cinsel tercih açılarından büyük farklılıklar barındıran gruplara ulaşabilmeliyiz. Pek cok ülke yetenekli insanları kuruluşlarına kazandırmayı olanaklı kılacak göç politikaları oluşturmak için yasalarını değiştiriyor. Ancak, bireyler yetenekleri ile birlikte bireysel geçmişlerini de beraberlerinde getiriyorlar. Dolayısıyla, eğer yetenekle ilgileniyorsak onların farklılıklarına da saygı duymalı, bu farklılıklara da hitap edebilmeliyiz. Çeşitlilik yaratıcılığı artırır. Farklılıkları ve çeşitliliği iyi yönetebilmek, şirket birleşmelerini ve işbirliklerini başarılı kılmanın önşartıdır.

İnsan genlerinin haritasının çıkarıldığı, bilgi işlemede akıllara durgunluk veren hızlara erişildiği, bedava internet hizmeti sayesinde sıfır maliyetli iletişimin ufukta görüldüğü bu çağda dünya üzerinde yaşayan altı milyar insanın herbirinin “küresel yönetişim” yapılarına katılma hakkını gündeme getirmek zorundayız.

İnsanları coğrafi sınırlara, ortak atalara ve dinsel inançlara göre ayıran tehdidin yanısıra bir de toplumsal konuma göre ayırımcılık uygulanması tehlikesi söz konusu. Bu bugünkü küreselleşme düzeyimize yol açan iletişim devriminin bir sonucu. Şu an dünyamızda en basit teknoloji de dahil olmak üzere bilgiye ulaşma konusunda ciddi bir eşitsizlik yaşanıyor. Dünyadaki her üç insandan birisi yani toplam iki milyar kişinin elektriği yok.

O halde şu gerçek bütün yalınlığıyla karşımıza çıkıyor: Bilginin ve iletişim araçlarının eşitlikçi bir paylaşımını başaramazsak insanlığı ayırımcılıktan, önyargıdan ve saldırganlıktan arınmış bir dünya hedefine taşıyamayız. Bu hedefe varabilmek için öncelikle çocuklarımıza neler öğreteceğimiz ve nasıl öğreteceğimiz konusunda bir reforma ihtiyacımız var. Bu nedenle, küresel önceliklerimizi yeniden gözden geçirmeli ve geniş insan kitlelerin dünya vatandaşı olarak eğitimini öncelikler listesinin başına koymalıyız. Eğer bu gerçekleşmezse insanlık, hem de global ölçekte, eğitimlilerle cahiller arasındaki fay hattı tarafından sarsılacaktır. Bu sözünü ettiğimiz fay hattının jeolojik olandan farkı, yerkürenin değil, günümüzün en değerli sermayesinin yani insan beyninin içinde olması. Bu nedenle de hem gözlenmesi, hem de onarılması daha güç.

Kısacası, farklılıklardan düşmanlıklar değil, yeni sentezler üretmek bizi zenginleştirir. Bu yönetim anlayışını iyi kavrayabilmek için Anadolu kültüründen faydalanmalı ve bu kültürü ihrac edebilmek için içerik geliştirmeliyiz. Bu nedenle, yalnızca farklılıkların bir arada yönetimi konusunda bilgimizi artırarak kendi kurumlarımızda daha iyi önderler olabilmeyi değil, aynı zamanda farklılıkların zenginliğinden faydalanarak kendimizi de daha iyi anlayabilmeyi ve daha olgun bireyler haline gelebilmeyi hedeflemeliyiz.

Yaşam Önerileri

Dünya Gazetesinin Yönetim Ekindeki bu son yazıda yeni yıl ile birlikte uygulamaya başlanabilecek bazı yaşam önerilerini sizlerle paylaşmak istedim. Bu vesile ile okuyucularımıza sağlıklı, mutlu ve bereketli bir Yeni Yıl diliyorum. İşte, yaşam önerilerinden bir demet:

 İnsan, alışkanlıklarının eseridir. İyi alışkanlıklar edin.
 Güven, gelişmenin temelidir. Güven ve güvenilir ol.
 Düşünce, eylemin temelidir. Hayal kur.
 Sevgi ve bilgi, paylaştıkça artar. Sevgini ve bilgini paylaş.
 Zamanı yönetmek, yaşamı yönetmektir. Zamanını yaşam önceliklerine göre kullan.
 En önemli öğreti, öğrenmeyi öğrenmektir. Meraklı ol. Her zaman öğrenmeye açık ol.
 Yaşam kalitesi, yönetim kalitesi ile artar. Kullandığın kaynakları, onların maliyetine kim katlanırsa katlansın, iyi yönet.
 Yaşamda anlam, sorumluluk üstlenilerek kazanılır. Şikayet etme, inisiyatif al, çevreni iyileştirmeye çalış.
 Sağlığını koru. Tehlikelerden sakın.
 Değişikliklere kucak aç, ama değerlerini yitirme.
 İnsanlara beklediklerinden daha çok şey ver ve bunu zevk alarak yap.
 Başkalarının düşleriyle asla alay etme.
 Oku. Başkalarının deneyimlerinden faydalan.
 3 S’yi unutma: Kendine Saygı; başkalarına Saygı; herşeyde Sorumluluk.
 Kimseyi kırma, hakaret etme.
 Anlaşmazlık durumlarında, dürüst ol.
 Küçük bir anlaşmazlığın büyük bir arkadaşlığı bozmasına izin verme.
 Hata yaptığını fark ettiğinde, onu hemen düzelt. Her hatayı bir öğrenme, bir iyileştirme fırsatı olarak gör.
 Kaybettiğinde, ders al.
 Telefona cevap verirken gülümse. Seni arayan kişi bunu sesinden anlayacaktır.
 Bildiklerini paylaş. Ölümsüzlüğü elde etmenin bir yoludur.
 Gezegenimize karşı nazik ol.
 Allah’a güven, ama arabanı kilitle.
 Dua et. Duada, ölçülemeyecek bir güç saklıdır.
 Şükret. Dünyada senin bulunduğun konumda olabilmeyi düşleyen milyonlarca insan olduğunu unutma.
 Yılda bir kez hiç gitmediğin bir yere git.
 Her beş yılda bir yeni bir beceri edin: ya yeni bir lisan öğren, ya bir müzik aleti çalmayı öğren, ya yeni bir sanat dalıyla ilgilen, ya yeni bir spora başla, ya da yeni bir meslek edin.
 Başkalarına yardım et. Bu, hayatın sana verebileceği en büyük tatmindir.

Bu haftadan sonra makalelerim Dünya Gazetesinde Çarşamba günleri yayınlanacak. Haftaya bir başka pencerede buluşmak dileğimle….

Acil İşler mi? Önemli İşler mi?

Hayatınızı önünüze gelen acil işlerle meşgul olarak mı geçiriyorsunuz? Yoksa, sizin için önemli olan öncelikleri belirleyip, zamanınızı bu konular üzerindeki çalışmalar için mi kullanıyorsunuz?

Acil işlerle ilgilenmek insanların kendilerini değerli hissetmelerine, adrenalin salgılayarak motive olmalarına ve başarıyı hemen görerek tatmin olmalarına neden oluyor. Bu nedenle, acil işleri yapmayı tercih ediyor ve bu konuda kendimizi geliştiriyoruz. Ancak, acil işler aynı zamanda insanlara stres yüklüyor ve zamanında yetiştirilemediğinde işlerin altında ezilme duygusunu getiriyor.

Acil işlerin bazıları aynı zamanda önemli. Örneğin, evi yanan bir insan için bu yangını söndürmek hem acil, hem de önemli bir iş. Önemli bir problemi çözmek, son andaki bir çaba ile bir hedefi yakalamak elbette insanın haklı olarak başarılı ve mutlu hissetmesini sağlıyor.

Dolayısıyla aciliyet, işlerin önceliklerini belirlemede en çok kullandığımız kriter haline geliyor. Bu nedenle, kolaylıkla pek de önemi olmayan acil işlere zaman ayırmayı alışkanlık haline getirebiliyoruz. Örneğin, önemli bir rapor yazarken gelen cep telefonuna cevap vermek, başka birisinin acil bir işini tamamlayabilmek için son anda yardım istemesi gibi durumlar aciliyet kriterinin önem kriterinin önüne geçtiği örneklerdir.

Ancak, en önemli konu önemli olup da acil olmayan konulara yeterince zaman ayırmamamız. Bu nedenle acil olmayan birçok konu maalesef acil hale geliyor. Bu bireysel olarak geçerli olduğu gibi ülkemiz için de geçerli. Bu nedenle bu konuda ciddi bir anlayış değişikliğine gidebilmek, yaşam kalitemizi artırmamızı sağlayacaktır. Örneğin, bir çok öğrencinin sınavlara hazırlanmak için son günü beklemesi hem hazırlığın, hem de sonucun kalitesini olumsuz olarak etkiliyor.

Önem insanın ve/veya kurumun hedeflerine göre değişir. Ancak, yapılan araştırmalar bir çok insanın önemli olarak nitelendirdiği fakat acil olmaması nedeniyle yeterince öncelik vermediğini kabul ettiği yedi konu olduğunu ortaya koyuyor:
(1) Hazırlık yapmak: Gerçekten de ‘Şans hazırlıklı olanlara güler.’ Bu nedenle hazırlıklarını önceden yapabilenler daha başarılı oluyor.
(2) Planlama yapmak, organize olmak: Planlama, fikri hazırlıktır. Zamanında iyi planlama yapmak düşünce kalitesini geliştirir. İşlerini, dosyalarını zamanında organize edebilenler, zamanlarını da daha etkin kullanıp, zor durumda kalma olasılıklarını azaltırlar.
(3) Problemlere değil, fırsatlara odaklanmak: Gerçek başarı, gecikmenizde dolayı ortaya çıkan veya başkalarının önünüze koyduğu problemleri çözerek değil, fırsatların farkına vararak onları değerlendirmekten geçiyor. Ancak, fırsatlardan faydalanmak inisiyatif almayı, önemli işlere öncelik vermeyi gerektirir.
(4) Kişisel gelişim: Bilgi çağında başarının sırrı sürekli öğrenmekten geçiyor. Bu sürekli öğrenmeye ve yetkinlik geliştirmeye öncelik vermeyenler güncel ve değerli olabilme fırsatını kaçırmış oluyorlar.
(5) Sosyal etkileşim: Çevresiyle düzenli ve olumlu bir ilişki kurabilen insanlar hem daha geniş kaynakları kendi öncelikleri doğrultusunda harekete geçiriebiliyor, hem de güç konumda kaldıklarında insan ilişikleri için yaptıkları yatırımlar kendilerine destek olarak dönebiliyor. Bu nedenle, çevreyle yakın ilişki kurmaya öncelik vermek önemli bir değer yaratıyor.
(6) Takımın gelişmesi için sorumluluk almak: İster aile bireyleri, ister işteki çalışma arkadaşları, isterse de toplumsal gelişim için planlama ve yönlendirmeye öncelik vermek insanın parçası olduğu değer zincirinin daha güçlü olmasını sağlıyor.
(7) Sağlığına dikkat etmek: Her gün dişini fırçalayan, düzenli spor yapan, sağlık kontollerini aksatmayan insanların yaşam kalitesi daha yüksek oluyor.

Başarılı insanların bu önemli, ancak acil olmayan konulara zamanlarının %65’ini ayırdıklarını gösteriyor. Yaşam kalitesimizi geliştirmek için, daha etkin bir insan olabilmek için atabileceğimiz en önemli adım bu önemli konuları önceliklerimiz arasına alıp, zaman kullanımımızda özdisiplin göstermek olacaktır.

Bireysel Pazarlama

Bilginin ve bilgili insanın önemi arttıkça, bireysel pazarlamanın önemi de artıyor. Özellikle profesyonel uzmanlık isteyen katma değerli işlerde çalışanların, ağ ekonomisinde başarıyı yakalayabilmeleri için sadece işlerini iyi yapmakla yetinmeyip, aynı zamanda bireysel pazarlama konusunda da girişimci olmaları gerekiyor.

Örneğin, doktorluk, avukatlık, danışmanlık, ar-ge mühendisliği, tasarımcılık gibi meslek sahipleri kendilerini iyi pazarlayabilmeyi de öğrenmeli. Bu mesleklerde çalışanların büyük şirketlerde çalışmamaları veya en kısa zamanda kendi ofislerini kurmaları gerektiği anlamına gelmiyor. İster büyük bir şirketin elemanı olarak, isterse bireysel olarak çalışılsın, yapılan işin pazarlamasının iyi yapılmasını gerektiriyor. Bilgi işçilerini, birer ürün gibi pazarlama departmanlarının pazarlaması daha güç. Çünkü değerli olan özellikler ve bilgi çok kısa zamanda güncelliğini yitiriyor ve onun değerini ancak o konuda uzman kişiler anlatabiliyor.

Bu nedenle, bilgi işçileri öncelikle birer girişimci gibi düşünmeyi, pazarla ilişki yönetimini, satış sürecini ve sağladıkları karlılığı iyi öğrenmeli. Bu nedenle, sadece uzmanlık alanını değil, bu uzmanlık alanına ihtiyaç duyan pazarları da sürekli takip etmeliler. Bilgi ve görüş pazarlayabilmek için ilişki içinde bulunulan ağı genişletmek, onun sürekli olarak nabzını tutmak ve beslemek gerekiyor.

Bunun için meşhur bir atlet ve/veya artist gibi bir yandan sürekli olarak gelişmeyi ve belli konular üzerinde uzmanlığı artırmayı hedeflerken, bir yandan da bu uzmanlığı gerekli noktalarda göstermek için fırsatlar yaratmak gerekiyor. Bunun ise çok yoğun bir çaba ve dayanıklılık gerektirdiği unutulmamalı. Gözden düşen sanatçıların tekrardan yükselmesi ne kadar güçse, bilgisi eskiyen, kendini yenilemeyen veya bireysel pazarlamaya yeterli önemi vermeyen bilgi profesyonellerinin de gündemden düştükten sonra camiada tekrar yer edinmeleri o kadar güç oluyor.

Bu nedenle, bilgi profesyonelleri sürekli olarak yenilikleri takip etmel ve onlara katkıda bulunmalılar. Yenilik demek risk demektir. Bu nedenle belirsizliği kabullenmek ve başarısızlığı hızla aşabilecek özgüvene ve enerjiye sahip olmak gerekiyor. Belirsizlikten kaçınan, başarısızlığı aşamayan bilgi profesyonelleri bireysel pazarlamada güç durumda kalabilirler.

Bilgi profesyonellerini teknolojik gelişmeleri takip edip, onları içselleştirmek için sürekli bir çaba içinde olmaları gerekiyor. Bu konuda atılım yapamayanlar, bilgi düzeyleriyle öncü oldukları imajını da yitirebileceklerini unutmamalı. Kendini yenilemeyi, ve geliştirmeyi bir tutku haline getirmeyen bilgi profesyonellerinin profesyonel ömürleri de her geçen gün kısalıyor. Eskiden bir üniversite derecesi bir kariyeri taşıyabiliyordu, artık insanları her üç-beş senede bir neredeyse yeni bir derece alacak kadar öğrenme ihtiyacı var.

Öğrenmeyi hızlandırmanın bir yönü de uç noktadakilerle, gençlerle, akademisyenlerle, diğer alanlardan profesyonellerle, başka sektörlerde .alışanlarla etkileşim fırsatlarını geliştirmeken geçiyor. Örneğin, Nokia tasarım mühendislerini gelecek trendlerin belirlenmesi konusundaki yeni trendleri belirleme yetkinliklerini geliştirebilmek için california gençliğinin bulunduğu mekanlara gönderiyor!!

Hayat her geçen gün daha heyecanlı bir sörf macerasına dönüyor, dalganın üstündekiler büyük keyif alıp, şöhreti yakalarken, dalganın altında kalan bilgi profesyonelleri de meslek değiştirmek zorunda kalıyorlar…

Üstün Yetenekli Çalışanlar

Şirketler her geçen gün en önemli kaynağın insan kaynağı olduğunun bilincine varıyorlar. Bu nedenle de insan kaynakları yönetim sistemlerine ve çalışanların geliştirilmesine verilen önem artıyor. Ancak, insan kaynakları yönetim sistemlerini oluşturan doğru insanı işe alma, doğru insanı motive edebilme ve geliştirme yaklaşımının temelinde ana yetkinlikleri doğru belirleme adımı vardır.

Yetkinlikler kişinin işi yapabilirlik potansiyelini temsil eder; bilgi yetenek, motivasyon ve kişilik özelliklerinden oluşur. Deneyimler, üstün yetenekli kişilerde ortak bazı özelliklerin olduğunu göstermektedir. Bu özelliklere sahip kişileri cezbedebilen, motive edebilen ve yönlendirebilen şirketlerin başarıyı yakalama ve sürekli kılma potansiyeli artıyor.

Üstün yetenekli kişilerin en önemli özelliklerinden birisi meraklı olmalarıdır. Merak sürekli öğrenmenin ve gelişmenin temelidir. Günümüzün sürekli değişim içeren dünyasında hangi bilginin ne zaman ve nasıl faydalı olacağını kestirmek güç. Meraklı insanların farklı boyutlardaki bilgi birikimi onların kurumsal yaratıcılığa katkılarını artırıyor.

Bir başka önemli özellik yaptığı işi en iyi yapma iç dürtüsüne sahip olmaktır. En iyiyi hedelemeyenin, en iyiyi yakalama olasılığı düşer. Bilgi çağında her çalışanın işini adım adım tanımlamanın yerini hedeflerle yönetim alıyor. Bu konuda gelişmiş şirketlerin kendi hedeflerini koyan takımlarla yönetildiği gözetiliyor. Bu nedenle iç dürtüsü en iyiyi hedeflemek olanların oluşturduğu bir şirketin başarı şansı da artıyor.

Çağımız ağ dünyasının çağı. “Bir elin nesi var. İki elin sesi var.” Anlayışı gittikçe önem kazanıyor. Bu nedenle başarılı şirketlerin sadece kendi içi kaynaklarını değil, dış kaynakalrı da vizyonları doğrultusunda harekete geçirmeleri gerekiyor. Bu nedenle başkalarını motive edebilme, onlara heyecan vererek vizyona bağlılığı sağlama özelliği de üstün yetenekli insanların önemli özellikleri arasında yer alıyor.

Gittikçe hızlanan bir dünyada başarılı olabilmenin ön şartlarından birisi de hızlı hareket edebilmek. Bu nedenle önemli özellikler arasında zamanla yarışmayı sevmek ve sonuç odaklı olmayı da unutmamak gerekiyor. Hedefi ilk yakalayanlar piyasa da başarıyı da daha kolay yakalamış oluyorlar. Yeni ürün ve hizmet fikirlerini ilk düşünen değil, ilk sunanlar kazanıyor. Bu nedenle zamanla yarışmayı alışkanlık haline getirmek önemli bir yetkinlik olarak karşımıza çıkıyor. İşi sonuçlandırma becerisine sahip olmak, yaptığını kalıcı hale getirecek altyapıyı da kurma öngörüsünü göstermek sürekli başarı için önemli bir gereklilik olarak ortaya çıkıyor.

Olumlu düşünmek ve çevresine pozitif enerji yaymak daha geniş kaynaklara ulaşabilmenin temelini oluşturuyor. Bu nedenle yaptığı işten keyif alan, bunu sağlıklı bir iletişimle paylaşan kişiler şirketlerine değer katıyorlar. Başkalarının gelişmesini bir kıskançlık unsuru değil, kendi gelişmelerinin de temeli olarak gören kişileriden oluşan takımlar da daha başarılı olur.

Konuları ele alırken çok yönlü düşünebilmek, onlara başkalarının açılarında da bakabilmek hem risk yönetimi açısından hem de yaratıc çözümler üretebilmek açısından önemli bir özellik kabul ediliyor.

Üstün yetenekli kişilerin en önemli özelliklerinden birisi de güvenilir olmaktır. Güvenilir olabilenler daha geniş kaynaklara ulaşabilir, bu kaynakalrın etkin kullanımı konusunda herkes hesap verebilir, kişisel ve kurumsal itibarın gelişmesini sağlarlar. Bilgi çağının en önemli özelliklerinden birisi de şirketlerin uzun soluklu yaşayabilme lisanslarının itibarları olduğudur.

Özetle, bu özellikleri taşıyan insanları kurumlarına cezbedebilen şirketlerin başarılı olma ve başarıyı sürekli kılabilme olasılıkları da artıyor.

Yaşam Yetkinliklerini Geliştiren Eğitim

Eğitim ülkemizin en çok kaynak ayırdığı konulardan birisi. Oysa, eğitim için kullandığımız kaynakları ne kadar verimli ve etkin kullandığımızı yeterince sorgulamıyoruz. Özellikle de eğitimden faydalanılmasıyla, sonuçlarının alınması arasındaki büyük zaman farkı nedeniyle eğitim sonuçlarıyla değil, ağırlıklı olarak girdi göstergeleriyle değerlendiriliyor.

Eğitim sistemimiz, bir yandan açısından zenginleştirilip, çağımızın gerektirdiği yetkinlikler kazandırmak üzerine odaklanmalı, diğer yandan da başarıyı getirecek davranış tarzlarını kazandırmalı. Eğitim sistemimizin başarısını sadece kaç yıl eğitim verildiğiyle değil, daha da önemlisi mezunlara kazandırılan davranışsal ve düşünsel kazanımlar ile de ölçmeye gayret etmeliyiz.

Örneğin, yaşamda başarı için gerekli yetkinliklerden birisi etkin zaman kullanımıdır. Bu nedenle, eğitmenlerin derse geç kalmamayı teşvik edecek yaklaşımlar sergilemesi, toplantılara zamanında gelme alışkanlığını geliştirebilir. Dönem sonunda teslim edilecek tek bir proje yerine, dönem içerisindeki gelişmeleri takip edecek bir yaklaşım sergilenmesi de zaman kullanımını yetkinliğinin gelişmesine katkıda bulunabilir.

Yaşamda başarı için gerekli olan yetkinliklerden birisi de takım çalışması becerileridir. Eğitimde bilgi yüklemesi ve sorgulaması yerine, takım çalışmasını teşvik edecek çalışma gruplarıyla problem çözme ve proje üretme deneyimi kazandıracak eğitim programları bu yetkinliğin geliştirilmesini sağlar.

Proje çalışmalarına ağırlık veren bir eğitim sistemi, gençlerimizin araştırmacı, üretken ve sonuç odaklı bir yaklaşımı benimsemelerine de yardımcı olur.

Eğitim döneminde geliştirilebilecek bir başka önemli yetkinlik de iletişim becerileridir. Bu nedenle kısa ve öz yamayı, sunuş hazırlamayı ve topluluk önünde konuşmayı özendirecek uygulamalara ağırlık veren bir eğitim yaklaşımı gençlerimizin düşüncelerini pazarlama becerilerini geliştirmeye yardımcı olur.

Anlamlı bir yaşam toplumsal sorumluluk üstlenilerek kazanılır. Bu nedenle, eğitim döneminde takımlar halinde sosyal projelerde çalışma deneyimi kazandırılması, bu alışkanlıkların yaşam boyu sürmesini ve daha dolu bir yaşama adım atılmasını sağlar.

Hızlı okuma, toplantı yönetme, seçme, seçilme, küçük de olsa bütçe yönetme ve yönettiği kaynaklar hakkında arkadaşlarına hesap verme becerilerini eğitim çağında kazanan bireylerin oluşturduğu bir toplumda demokrasi ve kamu yönetiminin kalitesi de gelişir. Bu nedenle, eğitim sistemimizin bu becerileri geliştirici faaliyetlere de yer vermesi gerekiyor.

İnsanların kendilerini sürekli geliştirebilmelerinin temelinde motivasyon, özdeğerlendirme ve özdisiplin yatar. Bu nedenle, öğrencilerin kendilerine not verebilmelerini sağlamak, ancak kendi değerlendirmelerinin objektif olmasını sağlayacak değerlendirmelerle kıyaslamalarını da sağlamak onların özdeğerlendirme yetkinliklerini geliştirir.

Gençlerimizin eğitim süreci içerisinde sadece eğitmenleriyle değil, aynı zamanda farklı deneyimlere sahip ve model oluşturabilecek bireylerle de bir araya gelebilmelerini sağlayacak yaklaşımlar, onların daha zengin deneyimlere ulaşmasını sağlayabilir. Bu nedenle, eğitimin okul sınırları içinde sınırlı kalmamasını sağlamak, gençlerimizin daha iyi yetişmelerine yardımcı olur.

Özetle, eğitim sistemimizde hangi konuyu işlersek işleyelim, eğitim sürecinin gençlerimizi yaşama hazırlayacak yetkinlikleri kazandıracak şekilde düzenlenmesi kaynak kullanım verimliliğini ve etkinliğini artıracaktır. Her yıl 17 milyonu aşkın gencimizin eğitim sisteminden faydalandığını göz önüne aldığımızda, bu yaklaşımları benimsemenin geleceğin Türkiye’si için ne kadar önemli bir katkı sağlayabileceğini de anlamış oluruz.

Başarı İçin Strateji

Başarı sürekli olarak “değer yaratabilmektir.” Değer yaratmada sürekliliği sağlayabilmek ise hem “doğru işin yapılması” (Strateji), hem “işin doğru yapılması” (Toplam kalite yönetimi), hem de “sürekliliği sağlayacak yapılanma” (Kurumsallaşma) ile sağlanabiliyor.

Strateji, kelime anlamı itibarıyla latince yol, çizgi kavramından ve yönetimin başı anlamına gelen “strategos” kökeninden gelmektedir. Sonuç alıcı harekatların planlaması ve yönetimi olarak tanımlanmaktadır. Şirketler açısından strateji, kimin, hangi ihtiyacının nasıl karşılanacağı konusunda tutarlı seçimler yaparak odaklanmaktır.

Bir kurumu ileriye taşıyan ve onu rakiplerinden farklı kılan onun vizyonu ve bu vizyon doğrultusunda oluşturduğu ve uyguladığı stratejidir. Özetle, strateji farklılığın temelidir. Vizyonunu ve stratejisini net olarak ortaya koyan ve uygulayan şirketler birçok fayda sağlarlar: (i) Vizyonun netleşmesi, kişilerin doğru yönde ve ortak olarak hareket edebilmelerinde birleştirici ve yol gösterici rol oynar, ortak paydada buluşma yolu ile katma değer yaramayan aktivitelere kaynak ayırmayı azaltır; (ii) Vizyon geleceğe yönelik hedef ve beklentileri ortaya koyarak, kısa-dönemli kazançların önüne geçer. Böylelikle, kısa-dönemli kişisel beklenti ve çıkarların uzun dönemde elde edilecek değerlere engel olmasını önler; (3) Vizyon koordinasyon, motivasyon ve doğru yönlendirme sağlayarak kaynakları etkin ve verimli kullanımını sağlar.

Etkin bir vizyonun bazı özellikler taşıması gerekir: 1. Hayal edilebilir olması, geleceğin nasıl olacağını ortaya koyabilmesi; 2. Arzulanır olması, tüm paydaşların uzun dönemli beklenti ve isteklerine hitap edebilmesi; 3. Ulaşılabilir, gerçekçi ve yapılabilir hedeflerden oluşması; 4. Odaklı, karar almaya yön verecek netlik ve açıklıkta olması; 5. Esnek ve değişen koşullara adapte edilebilen niteliği olması; 6. İletişimi kolay ve açık olabilmesi; 7. Potansiyel müşterileri için değer yaratıyor olması.

Vizyonun iletişiminin etkinliği uygulanma etkinliğini de doğrudan etkiler. Bu nedenle vizyonun iletişimine özel önem vermek fayda sağlar. Bir vizyonun iletişiminin etkin olabilmesi için gerekli bazı özellikler şu şekilde sıralanabilir: a. Basit, sade, açık ve anlaşılır olması; b. Akılda kalmayı kolaylaştırıcı benzetme ve örnekler yaratılması; c. Farklı medyaların kullanılması; d. Tekrar yolu ile hatırlatma yapılması, kalıcılığın sağlanması; e. Liderlerin söylenenleri yapma yönünde model oluşturması; f. Güven kaybına neden olmamak için tüm tutarsızlık ve tersliklerin açıklanması; g. İletişimin çift yönlü olması, geri bildirimler alınması.

Vizyonu hayat geçirmek için strateji oluşturmak analitik yönü güçlü bir sanattır. Bu sanat aslında bir düşünme yöntemi, kararları yönlendirici bir yaklaşımdır. İyi bir strateji şirkette her seviyede alınacak kararlar için bir pusula görevi görür. Başarılı bir strateji hem strateji geliştirme sürecinin etkinliğinden, hem de liderliğin tutarlılığından etkilenir ve yaratıcılık içerir.

İyi bir stratejinin bazı ilkelere uyması başarı şansını artırır: i. Amaç-araç uyumunun gözetilmesi: kurumun ulaşmak istediği hedeflerin, kurumun harekete geçirebileceği kaynaklarla tutarlı olması; ii. Odaklanmanın netliği; bir stratejiyi belirleyen en önemli unsurlar nelerin yapılacağı kadar, nelerin yapılmayacağının da netleştirilmesinden geçer; iii. Dinamiklik: Stratejiden etkilenecek farklı tarafların tepkilerinin ve güçlerinin değerlendirilmesi ve bu tepkiler karşısında alınabilecek tedbirler için hazırlıklı olunması; iv. Bütünsellik: strateji kurumun tüm kaynaklarının ve enerjisinin yönlendirilmesini içerir.

Yönetim kalitesinin sürekli olarak geliştirilmesi ise seçilen stratejinin etkin uygulanması ve ortaya çıkabilecek tehdit ve fırsatların hızlı bir şekilde değerlendirilmesine yardımcı olur.

Stratejinin kurumsallaşması için atılması gereken adımları da şu şekilde özetleyebiliriz: 1. Vizyonu paydaşlara iletilmek: vizyon anlaşıldığı ölçüde paydaşların davranış ve hareketleri strateji ile uyumlu olabilir. 2. Organizasyon yapılarını vizyonla uyumlu hale getirmek; 3. Eğitim vermek: gerekli bilgi ve yetkinlikler olmadığı zaman kişiler yetkelendirilmemiş hissederler; 4. İnsan kaynakları ve bilgi teknolojisi sistemlerini vizyonla uyumlu hale getirmek: uygulamaların strateji ile uyumun takip edebilmek ve doğru davranışları teşvik edebilmek için gerekli altyapı sistemleri oluşturulması uygulama etkinliği için yaşamsal öneme sahiptir.

Özetle strateji, düşünce kalitesi, etkin iletişim ve uygulama disiplini gerektiren bir yönetim yaklaşımıdır ve kurumların başarısının temelini oluşturur. Doğru işi, doğru yöntemlerle yapan ve bu yaklaşımı kurumsallaştırarak sürdürülebilir hale getirebilen şirketler, başarıda da sürekliliği yakalayabilen şirketlerdir.

Genç Liderleri Yetiştirmek

Kurumların sürekliliğini sağlayan onların lider yetiştirebilme kapasitesidir. İster aile şirketi olsun, ister halka açıklık oranı yüksek topluma mal olmuş bir şirket olsun, ister bir ordu olsun, isterse akademik bir kurum olsun her seviyede liderlik yetkinlikleri yüksek kişileri yetiştiremeyen kurumların yaşam süreleri daha kısa oluyor. Liderlik yetkinliklerini geliştirmeyi önemli bir hedef haline getirmiş kurumlar ise başarıyı sürekli kılabiliyor. GE şirketi ve Türk ordusu bu konudaki başarılı kurumlar arasında sayılabilir.

Liderlik, insanları bir hedef doğrultusunda harekete geçirebilme yeteneğidir. Her insan hayatı boyunca çeşitli konularda ortalama 250 kişinin davranışlarını değiştiriyor. Dolayısıyla bu açıdan baktığımızda, herkes bir liderdir. Ancak, etkilediği kişi sayısı, bu etkinin sürekliliği ve harekete geçirilen kaynakların boyutu liderleri birbirinden ayırıyor.

Lider, kurum içinde hangi seviyede olursa olsun, bir grup için net ve heyecan verici bir hedefi belirleyebilen, bu hedef doğrultusunda inançla ve disiplinle harekete geçmek üzere grubun güvenini kazanan, ve grubu hedefe doğru yol alırken karşılaşılabilecek güçlükleri aşma konusunda heyecanlandırabilen kişidir.

Her kurumda lider gibi yöneticilerin de iyisine ihtiyaç var. İyi yöneticiler ise sağlıklı plan ve bütçe yapabilen, doğru çalışanları seçebilen ve onların performans yönetimini başaran, kaynakların etkin kullanımını kontrol edebilen kişilerdir. Genellikle, kurumun faaliyet alanlarında başarılı olanlar yöneticilik konumuna gelir. Yönetimde başarılı olmak için ağırlıklı olarak doğrudan kontrol edebildikleri iç kaynakları iyi yönetmeye odaklanırlar.

Oysa liderlik, iç kaynaklar kadar, belki daha da çok dışa dönük olmayı gerektiriyor. İyi lider yetiştirebilmek için, kurum için kritik konularda (teknoloji, piyasa bilgisi, rekabet konumu gibi) bilgi ve deneyim kazandırmak gerekiyor. Ancak, başarı ölçütü olarak sadece verilen sorumluluğu yerine getirebilmeyi ana performans ölçütü olarak alan kurumlar sadece duruma özel yetkinliklerin gelişmesini teşvik etmiş oluyorlar. Kuruma özgü bilgi ve yeteneklerin yanı sıra, genellikle yeterince önem verilmeyen diğer liderlik yetkinlikleri ihmal edilebiliyor.

Lider yetiştirmeyi hedefleyen kurumlar, verilen işteki performans kadar geleceğe hazırladıkları kişilerin yetkinliklerini daha geniş bir alanda değerlendiriyorlar. Örneğin, sadece iyi fikirler üretebilme değil, aynı zamanda bu fikirleri kurum içinde ve dışında pazarlayabilme; sadece sorumluluğunu üstlendiği grubu değil, parçası olduğu ilişki ağlarını etkileyebilme; zorlayıcı hedefler koyabilme ve bu konuda net ve etkin iletişim sağlayarak heyecan yaratabilme; başkalarını hedef arkasında toplayabilme; ve birlikte çalıştığı insanları geliştirmeye özen gösterme gibi yetkinlikler üzerinde duruluyor. Çünkü, bu yetkinlikler kurumlar, ve pozisyonlar arasında taşınabilir liderlik yetkinleri.

Bu yetkinlikleri geliştirmek ise, mevcut liderlerin potansiyel liderleri motive etmesi, heyecanlandırması, bu yetkinlikleri deneyerek öğrenecek ortamlar yaratması, ve düzenli olarak gelişimleri konusunda geri besleme yapmasıyla sağlanabiliyor. Özetle, kurumsal liderliğin en önemli özelliklerinden birisi de birlikte çalıştığı insanlar arasından daha çok lider yetiştirmeye odaklanmak oluyor. Bu yaklaşımı sergileyen kurumlar ise geleceğe daha büyük bir umutla bakabiliyorlar.

Zamanı Yönetmek Hayatı Yönetmektir

Yaşam kalitesini artırmak isteyen, öncelikle zamanı iyi yönetmeyi öğrenmeli. Çünkü zaman, hayat demektir, yaşam demektir. Bu nedenle, bir insanı ve geleceğini en iyi tanımlayan unsur, zamanını nasıl kullandığıdır. Zamanı kullanırken sadece bugünü değil, aynı zamanda geleceği de düşünenler ve gelecek için yatırım yapanlar, geleceği şekillendirebilmek için adım atanlar, arzuladıkları geleceği yakalama şansını artırırlar.

Zamanın algılanmasında farklılık olabilir. Örneğin, birlikte olmaktan heyecan duyulan birisiyle geçen bir saat, yetiştirilmesi zor bir sınav için verilen iki saat çok kısa gözükürken; dünya futbol şampiyonluğu maçında 1-0 öndeyken galip takımın taraftarları için son beş dakika, Oskarların ödül töreninde seçimi duyuran notun okunması sırasındaki bir kaç dakika finalistlere çok uzun gözükebilir. Zamanın öneminde de konuma göre farklılık olabilir. Örneğin, bir salise fark ile kazanılan bir dünya şampiyonluğunda hem şampiyon, hem de kaybeden için bir salisenin önemi ile, kahveden eve geç dönen birisi için bir saatin önemi çok farklı olabilir.

Zaman insanlar için en demokratik olarak dağıtılmış kaynaktır. Herkesin bir günde 24 saati vardır. Zaman, geri döndürülmesi, depolanması ve durdurulması mümkün olmayan kıt bir kaynaktır. Bu kıt kaynağın ne kadar etkin kullanıldığı, insanların kendilerini ve çevrelerini ne kadar geliştirebildiklerini belirleyen en önemli unsurdur.

Zaman yönetiminde önemli olan günün işlerini önceliklendirmek değil, öncelikleri günlük programın içine dahil edebilmektir. İnsanlar zamanlarının büyük bir bölümünü acil ama önemli olmayan işlerle harcamaktadır. Zamanında planlama yapılmadığı için acil hale gelen pek çok önemsiz iş, günlük hayatımızın önemli bir kısmını kaplamaktadır. Gerçekte yapılması gereken, kişinin hayatındaki amacını, vizyonunu belirlemesi, zamanını mümkün olduğunca bu vizyonu gerçekleştirmeye yönelik kullanmasıdır. Bir başka ifadeyle önce kavanoza büyük taşları koyması, daha sonra kalan zamanını küçük ve daha önemsiz işler için ayırması, yani büyük taşların arasını küçük çakıl taşları ve kumlarla doldurması olacaktır.

Ölçülmeyen performans iyileştirilemez. Bu nedenle insanın zamanını nasıl kullandığını ölçmesi ve hedef doğrultusunda değişiklikler yapabilmesi zaman yönetimi açısından kritiktir.

Verimli çalışabilen bir insan zamanının en az %65-70’ini acil olmayan önemli işler için ayırmalıdır. Bu süre zarfında planlama yapmalı, olası sorunları önleyici aksiyon planları geliştirmeli, mevcut işlerini mümkün olan en fazla şekilde delege etmeli, daha önceden delege etmiş olduğu işleri takip etmeli, gerekli sosyal ve iş ilişkilerini kurmalı ve birlikte çalıştığı insanların geliştirilmesi için zaman ayırmalıdır.

İşleri gerektiği zaman değil de, geldiği zaman delege etmek hem işi yapacak kişi ve hem de delege eden kişi için çok önemlidir. Zamanında delege edilerek, düzenli aralıklarla takip edilen bir işin gerektiği zaman stres yaratmadan hazır olma olasılığı çok yüksektir.

Verimli çalışabilmek için insanın her hafta en az yarım gün kendisiyle randevu yaparak, bu zamanı planlama ve hazırlık yapmak için ayırması faydalı olacaktır. En kötü olasılıkta bu zaman acil durumlarda kullanılabilecek bir yedek zaman olarak tutulabilir. Böylece her acil çıkan plan değişikliğinde bütün randevularını değiştirip profesyonelce olmayan bir durumla karşılaşılmak zorunda kalınmamış olur.

Problem çözmek, balık tutmak gibidir. Çalışanlarınıza bir kere öğrettiğiniz zaman o kişiler de balık tutmaya başlar ve liderin yükü aynı oranda azalır. Bu nedenle, çalışanları yetiştirmeye ve geliştirmeye yeterli zaman ayrılmalıdır. İşler yapılırken gerekli noktalarda ve iş yapıldıktan sonra performansa ilişkin anında geri bildirim vermek, çalışanların sonraki işlerindeki performanslarına olumlu etki yapacaktır.

Önceliği ve önemi fazla olan işlerde yapılan hatalara gösterilecek tepki ile önemsiz ve önceliksiz işlerde yapılan hatalara gösterilecek tepkinin düzeyi birbirinden çok farklı olmalıdır. Her olayda aynı tepkiyi vermek, önceliği yüksek olanlarda gerekli etkinin yaratılmasını önleyecektir. Her hata bir öğrenme fırsatıdır. Yapılan hatalardan sonra aşırı tepki göstererek çalışanın hevesini kırmak yerine, hatanın sebebi ve kaynağı üzerinde konuşup, çalışanın hatasını anlayıp, kabul etmesine yardımcı olmak çok daha etkili bir yöntemdir.

Birisi bir sorun ile geldiğinde, sorun ya getiren kişinin yanında çözülmeli veya çözüm ile ilgili geri besleme verilip, sorun o kişi ile birlikte gönderilmelidir. Top yöneticide kalmamalıdır. Mümkün olduğunca, sorunu getiren kişinin kendisine çözdürmek en iyisidir. Sorunları çözmek için yetkelendirilen kişilerin motivasyonu ve yetkinlikleri artacağından daha verimli birer çalışan haline dönüşürler.

Kişinin başkasının planlarına uyması yerine, önceden yapılan planlama ve öneri ile başkalarını kendi programına uymaya yönlendirmesi zaman yönetimi açısından çok daha verimlidir. Herhangi bir toplantı veya çalışma için kişinin öngörü ile kendi programına uygun bir zaman tespit ederek bunu önermesi çok etkili bir yöntemdir. Böylece hem kendi programına uygun bir zaman tespit etmiş olur, hem zamanlamayı uzun süre önceden bileceği için hazırlık yapma fırsatı olur, hem de bu kadar uzun vadeli çalışmaya alışık olmayan diğer katılımcıların programına uydurma şansı artar.

İnsanın kendi önceliği olmayan konularda kendisine gelen işleri reddetmeyi bilmesi gerekir. İnsanın ilgilenip ilgilenmeyeceğinden emin olmadığı durumlarda istekleri yazılı alması ve taleplere aynı şekilde yazılı cevap vermesi çoğu zaman işleri kolaylaştırır. Bu, aynı zamanda toplantı ile kaybedilecek zamanın engellenmesi ve eğer gerçekten bir fırsat varsa bunun da göz ardı edilmesini önleyici bir davranış şeklidir. Ancak eğer konu gerçekten şirketin veya kişinin ilgi alanının dışında ise bu durumda sadece ilişkileri korumak amacıyla bu iş bir başkasına delege edilmemeli ve bizzat yazılı veya sözlü olarak geri çevrilmelidir.

Zamanı iyi yönetebilmek için zaman çalıcılara tolerans göstermeme disiplinini edinmek önem taşır. Örneğin, gündemi belli olmadan toplantı veya randevu kabul edilmemesi; toplantının kendi ofisinde değil, kolaylıkla ayrılabilmeyi sağlayacak bir toplantı odasında yapılması; toplantının başında süresinin de belirlenmesi ve buna sadık kalınması ve dakik olunması hem öz disiplin açısından, hem de birlikte çalışanların disiplini ve özen göstermesi açısından önem taşır.

Özetle, zamanı yönetmek hayatı yönetmektir. İnsan alışkanlıklarının kurbanıdır. Zaman kullanımında disiplinli olmak ve iyi alışkanlıklar edinmek, hayattaki acil işleri ve stresi azaltırken, önemli ve öncelikli işlere yatırım yapılmasına ve geleceği şekillendirebilmeye fırsat tanır.

Kariyeri Yönlendirebilmek

İnsanların hayatlarında yaptıkları en önemli iki seçim, iş ve eş seçimi. Hayatın önemli bir kısmı bu iki seçimle şekilleniyor. Şimdi, bilinçli bir iş ve kariyer seçimi için atılması gereken adımlara odaklanalım.

İyi bir iş seçimi yapabilmenin ilk adımı iyi bir özdeğerlendirme yapmaktan geçer. İnsanın kendisini iyi tanıması, doğru seçimler yapabilmesini, başarıyı ve mutluluğu yakalayabilmesini sağlar. Bir insanı tanımlayan en önemli özellik onun değerleridir. Çünkü, bilgi eksikliğini giderebilmek, değerleri değiştirebilmekten çok daha kolaydır. Değerler, insanın davranışlarını ve çevresiyle olan ilişkilerini belirler.

Bu nedenle, özdeğerlendirmenin ilk adımı insanın kendisi için en önemli değerleri belirlemesidir. Değerler, insanın (1) ne kadar sonuç odaklı olduğu, (2) kişisel gelişime verdiği önem, (3) uzmanlaşma güdüsünü, (4) rekabetçi ortamın kendi için motivasyonunu nasıl etkilediği, (5) pozisyon ve statüye ne kadar önem verdiği, (6) güç arzusu, (7) zorluklardan hoşlanma düzeyi, (8) liderlik dürtüsü, (9) takım çalışmasına yatkınlığı, (10) detaylara verdiği önem, (10) zaman baskısı karşısındaki tutumu, (11) rutin işleri düzenli olarak yürütme isteği, (12) farklı işleri bir arada yürütebilme yeteneği, (13) bağımsızlığına verdiği önem, (14) yaratıcılığın motivasyon etkisi ve/veya baskısı (15) hızlı tempoya verdiği tepki, (16) güven ihtiyacı, (17) maddi olanaklara verdiği öncelik, (18) etik ve ahlaki değerlere verdiği öncelik, (19) dostluğa verdiği önem, (20) dengeli yaşama verdiği önem, (21) işin toplumsal katkısının motive edici etkisi, (22) çalışılan ortamın önemi, (23) tanınmanın motive edici etkisi, (24) bürokratik ortamdan etkilenme gibi hususları içerir.

Kendisini iyi tanıyan insan önceliklerini belirleyebilen kişidir. Bu nedenle, kendini sürekli test eden kişi öncelikleri konusunda daha net bir anlayışa kavuşur.

Özdeğerlendirmenin ikinci adımı bu güne kadar gerçekleştirilen başarı ve başarısızlıkların ortaya konmasıdır. Böylelikle, hangi konularda başarılı olduğunu bilinçli bir şekilde anlama fırsatı yaratılmış olunur. Geçmiş performans hakkında bilgilerin derlenmesi aynı zamanda hangi yetkinliklerin geliştirildiği konusunda da ışık tutar.

Geçmiş performans değerlendirilirken özellikle cevaplandırılması gereken sorular şu şekilde sıralanabilir. (i) Aynı kaynaklarla başkalarından daha iyi sonuçlara ulaşabildiniz mi?, (ii) Daha önce başkalarınca ulaşılan sonuçlara daha az kaynak kullanarak ulaşabildiniz mi?, (iii) Bir problemi veya kritik durumu daha fazla kaynak kullanmadan çözebildiniz mi?, (iv) Daha önce ortaya konmamış, değer yaratan yeni bir ürün ve/veya hizmet geliştirebildiniz mi? Bu soruları cevaplandırırken, ne gibi yeni yaklaşımlar, organizasyonlar, teknolojiler kullandığını ve bu konuda sistemin kalıcılığını sağlayabilmek üzere yazılı hale gelmiş doküman oluşturulup, oluşturulmadığını da belirlemek faydalı olur.

Değerlerini ve yetkinliklerini belirleyen kişi iş seçerken potansiyel çalışma alanlarının gereksinimlerini ve özelliklerini belirlemelidir. Bu konuda yapılan çalışmalar, insanların iş seçiminde belirleyici özellik olarak gördükleri konuların sekiz ana grup ile açıklanabileceğini göstermektedir: (a) Teknik veya fonksiyonel uzmanlık gerektiren işler, (b) yönetimsel yetkinlik gerektiren işler, (c) bağımsızlık ve uzmanlığın ön plana çıktığı (akademik pozisyonlar, doktorluk, avukatlık gibi) işler, (d) güven ve bağlılık duygusunun ön plana çıktığı işler, (e) girişimcilik ve yaratıcılık gerektiren işler, (f) değer verilen bir amaca hizmet etmenin işin özelliklerinden daha önemli olduğu işler, (g) zorlayıcı, rekabetçi ortamların yoğun olduğu işler, ve (h) dengeli yaşam tarzına fırsat tanıyan işler.

Kendi değerlerini, yetkinliklerini ve seçmek istedikleri işin belirleyici özelliklerini iyi tanıyan kişiler seçtikleri işlerde de daha başarılı ve mutlu oluyorlar.

İş bulmanın çok zor olduğu bir dönemde, bir de iş seçme lüksümüz olabilir mi diye düşünenler olacaktır. Ancak unutulmaması gereken husus, insanın kendisini ve çevresini ne kadar erken tanırsa, kendisini konumlandırma ve geliştirme çabalarında da o kadar başarılı olacağıdır. Ayrıca, her iş yerinde insiyatif alanların, kendi iş alanlarını şekillendirme fırsatlarına kavuşabildikleri de göz ardı edilmemelidir.

Ağ Dünyasında Roller

Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler insanların, kurumların ve ülkelerin karşılıklı bağımlılığını artırıyor. İnsanlar farklı alanlardaki ilgilerini paylaşanları kolayca bulabiliyor, onlarla bu konularda yoğun bir ilişki kurabiliyorlar. Üstelik, ilgi paylaşımı mekan bağımlılığı olmayanlar arasında da gerçekleşebiliyor. Internet üzerinden dünyanın başka köşelerinde yaşayan eş adayları bulunması belki bu durumun ne kadar ileri gittiğinin bir göstergesi sayılabilir!!

Her birey aynı zamanda farklı birçok ağın parçası olabiliyor. Hem ilgi alanlarında, hem de profesyonel hayatında bilgi düzeyini geliştirebiliyor ve güncelliğini koruyabiliyor. Dünyada çeşitli gruplar bu ağlar üzerinden çeşitli projelerin hayata geçmesini, hatta devletler üzerinde etkili olabilecek protesto organizasyonların gerçekleştirilmesini sağlayabiliyorlar.

Dolayısıyla, ağ dünyası bir taraftan bizlere yeni dünyalar açarken, diğer taraftan davranış şekillerimizde de değişimleri gündeme getiriyor. Ağ dünyasında başarılı insanlar farklı özellikler sergiliyorlar: (1) Geliştirici: Bu insanlar başkalarına enerji veren, onları koçluğuyla, düzenli ve pozitif geri beslemeleriyle ilgili ağ için sürekli katkıda bulunmaya yönlendiren kişilerdir. Bu insanlar bilgi ve deneyim paylaşımını özendirerek ağ üyelerinin ve dolayısıyla ağın etkinliğini geliştirirler. (2) Tercüman: Bu insanlar ağın bir parçası olmaktan keyif duyarlar. Bir ağda edindikleri bilgi ve deneyimleri bağlantıda oldukları diğer ağlara iletmeyi, gerektiğinde gerekli uyarlamaları yapmayı (tercüme etmeyi) bir görev olarak üstlenirler. Parçası oldukları ağlara farklı alanlardan bilgi ve deyim ulaşmasını sağlayarak gelişme sağlarlar. (3) Araştırmacı: Ağda ortaya çıkan sorulara cevap bulmayı, cevap bulmak için zaman harcayarak araştırma yapmayı görev edinirler. Odaklanmak ye Dolayısıyla, ağın referans noktalarından biri haline gelirler. (4) Aracı: ortaya çıkan sorulara cevap bulmaya odaklanmak yerine, cevapları sağlayabilecek kişileri motive etmeye çalışırlar. Böylelikle ağın akışkanlığını artırmaya yardımcı olurlar. (5) Toparlayıcı: Bu insanlar, ağa katkıda bulunanların görüşlerini özümseyip, özetler çıkartan. Bu özetlerin hem ağ içerisinde, hem de ağ dışında paylaşılmasını sağlamaya yönelik çalışmalarda bulunan kişilerdir. Ağın toplumda daha geniş bir etki alanı oluşturmasına yardımcı olurlar. (6) Mentor: Ağın ilgi alanında uzman olan ve bu uzmanlığını ürettiği içerikle gösteren kişilerdir. Ürettikleri fikirleri paylaşarak ağ üyelerinin düşüncelerini ve eylemlerini yönlendirirler.

Bu farklı rolleri üstlenen üyelere sahip ağlar hem daha hızlı gelişebiliyorlar, hem de toplumda daha etkin olabiliyorlar. Bu nedenle, ağ üyeliği oluştururken farklı özelliklere sahip üyelerin bir araya gelmesini ve ana konuya ilgilerinin çekilmesi ağın başarısı için önem taşır.

Ağ dünyasında başarı şansımızı artırmak için bireyler olarak bizlere de görevler düşüyor. Özellikle, yaklaşımlarımızda ve anlayışımızda yapmamız gereken değişimleri iyi belirlemeli bu konularda geri kalmamalıyız. Etki alanımızı geliştirmenin yolu, ağ dünyasının etkin ve güvenilen birer bireyi olmaktır.

Örneğin, sadece yakın çevremize güvenen bireyler değil, dünyanın herhangi bir köşesinde birlikte değer yaratabileceklerimizle beraber çalışabilen bireyler olmalıyız; bilgiyi saklayan değil, onu paylaşan bireyler olmalıyız; çözümler için başkalarından (aile, devlet v.b.) beklenti içinde olan değil, kendi geleceğini şekillendiren bireyler olmalıyız; hayatın getirdiklerini kadercilikle karşılayan değil, geleceği planlayan ve onu istenilen yönde değiştirmek için çaba gösteren bireyler olmalıyız; “ben yaptım oldu” yaklaşımından uzaklaşıp, kullandığımız kaynaklar için hesap verme bilincine ulaşan bireyler olmalıyız.

Sonuç olarak ağ dünyasında başarı, sorgulayıcı, araştırmacı, katılımcı, paylaşımcı, iletişim becerisi olan, insiyatif alan ve sorumluluk sahibi insanların olacaktır. Toplum olarak geleceğe hazırlanmak istiyorsak, gerek eğitim sistemimizi, gerekse davranış biçimlerimizi bu özellikleri geliştirecek şekilde değiştirmeliyiz.

Kariyer Değerlidir

İşimiz, hayatımızın önemli bir kısmını alıyor ve dolayısıyla toplumdaki algılanmamızı tanımlıyor. Birisiyle tanıştığınızda sorulan ilk üç sorunun (i) Adınız?, (ii) Nerelisiniz? ve (iii) Ne iş yaparsınız? olması, işin insan hayatındaki önemini vurguluyor. Zaten, iş ve eş seçimi insanın mutluluğunu etkileyen en önemli seçimler

İşin insana sağladığı kazanımları doğru değerlendirmek, işte başarı için önemli bir ilk adımdır. Bir işte çalışmak önemli bir zenginliktir. İş insana dört boyutta kazanç sağlar.

1. İlk akla gelen kazanç çalışma sonucunda elde edilen gelirdir. Ancak gelirin yan ısıra, sağlık ve hayat sigortası ile yaşama ilişkin risklerin mali yüklerinin azaltılıyor olması da çoğu zaman göz ardı edilen önemli bir kazançtır. Ayrıca, emeklilik dönemi için ödenen primlerde insanın gelecek kaygısını bir ölçüde de olsa azaltan önemli bir kazanç olarak ortaya çıkıyor. Özetle, iş insana yaşamının bugününü, yarınını ve risklerini yönetmek için finansal kazanç sağlıyor.

2. İnsanların sosyal çevrelerini belirleyen unsurlardan da biri, iş. Çalışma hayatında tanışılan iş arkadaşları, müşteriler, tedarikçiler, işbirliği ortakları insanların özel hayatına da kalite katıyor. Bu dostluklar, insanın sosyal gelişimine destek sağlıyor.

3. İş hayatının insana kattığı en önemli özelliklerden birisi de yetkinliklerin gelişmesidir. “İşleyen demir, ışıldar.” atasözü ile özetlendiği gibi çalışma hayatı insanın bilgi düzeyi, problem çözme yetkinlikleri, yeni teknolojilere uyum yeteneği gibi birçok önemli konuda gelişimine katkıda bulunur. Bu yetkinliklerin gelişmesi insanı hem mevcut işinde, hem de kariyerinin ilerleyen dönemlerinde edineceği işlerde başarılı kılar. Aynı zamanda, bu konulardaki gelişmeler insanın özel hayatına da olumlu olarak yansır.

4. İş hayatındaki çalışmalar insanların etki alanının da gelişmesini sağlar. İş, insana sonuç elde etmesi için önemli imkanlar sunar. Çalışanın kullanımına sunulan makina, ekipman, tedarik zinciri ve sosyal çevre işini iyi yapanlar için önemli bir güç kaynağıdır.

İş hayatının sağladığı bu imkanları iyi değerlendirmeyenler, kariyerlerinde de başarılı olamazlar. Özellikle, büyük şirketlerde çalışan, ve dolayısıyla büyük imkanlarla işleri yürütenlerin başarıdaki tüm kerameti kendilerinde görmeleri sonucu işten ayrılmaları durumunda büyük güçlüklerle karşılaştıkları bilinmektedir. Geniş imkanlarla iş yapmaya alışanlar, dar imkanların olduğu ortamlara uyum sağlayamazlarsa iş hayatlarında da sorunlarla karşılaşırlar.

Benzer bir şekilde, iyi bir işte çalışırken işten ayrılanlar, bir sonraki iş aramada aşırı seçici olur ve işsiz kaldıkları dönemi uzatırlarsa sadece maddi kaynaktan değil, aynı zamanda kendilerini ve çevrelerini geliştirme fırsatlarından da yoksun kalarak gelişimlerine darbe vurmuş olurlar.

Çalışma hayatında sosyal çevreye önem vermeyen, insan ilişkilerini iyi yürütemeyenler, çalışma hayatının sunduğu önemli katkılardan olan sosyal çevre ve etki alanı konusunda kendilerini yeterince geliştiremezler. Bu nedenle, işlerinde sağladıkları başarı dar bir alanda kalır.

Kariyerini bilgi ve yetkinliklerini geliştirmek üzere planlamayanlar ise hem çalıştıkları işyerinde yükselme konusunda, hem de başka iş bulma konusunda geri kalırlar. İnsanın kariyeri boyunca birbiri ile tutarlı fakat farklı yetkinlikleri geliştirmeye çalışması onun mali yönden de daha değerli olmasını sağlar. Bu nedenle, insanların iş hayatında 5-7 yılda bir pozisyon değiştirmeleri tavsiye ediliyor. Ancak, her tavsiye şartlara göre değerlendirilmelidir. Örneğin, proje bazlı çalışan mimarlar zaten her projede iş değiştiriyor gibi farklı deneyimler kazanırlar. Dolayısıyla, işin içeriğinin değişimi ve gelişimi de pozisyon değişimi ile eşdeğer olarak algılanabilir.

Özetle, çalışmak bir mutluluktur. Kariyerinin değerini bilenler, yetkinliklerini, insan ilişkilerini ve etki alanlarını sürekli olarak geliştirmeye çalışanlardır. Sürekli gelişim, yaşam kalitesinin artırılmasının anahtarıdır.

Çok Yaşa Çok Çalış

Tıptaki gelişmelerin hızının, insanın bu gelişmeleri bireysel ve sosyal hayata uyarlama hızından fazla olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Bundan 200 yıl öncesinde ortalama ömür 36 yıl iken, bugün 80’e yaklaştı. Özellikle gen biliminde ve yapay organ üretimindeki gelişmeler hızlandıkça, yaşam süreleri ve yaşam kalitesi de artacak.Bilim adamları ilk kez 150 yıl yaşayacak insanın bugün hayatta olanlar arasından çıkacağını tahmin ediyor.

Bundan 40 sene önce G7 ülkelerinde yaşayanların sadece %9’u 65 yaşın üzerindeyken, bugün bu oran %15’i aştı. Avrupa’da doğum oranlarının ölüm oranlarını aştığı tek ülke Türkiye kaldı.

Ancak, çalışma alışkanlıklarımız, iş hayatına bakış açımız ve sosyal güvenlik sistemlerimiz henüz bu değişime ayak uyduramadı. Şirketler 60 yaşını aşanları bir an önce emekli olmaya zorluyorlar. İnsanlar, belli pozisyonlara geldikten sonra daha düşük pozisyonlardaki işleri kabul etmiyorlar. Emeklilik sistemlerimiz hızla yükselen ömürlere ve emeklilik maaşlarını ödeme güçlüklerine rağmen sistem değişikliğine direniyor. Bunun sonucu bir çok ülkede emeklilik sistemleri sürdürülebilir olmaktan çıkıyor. Bugün Türkiye’de de bütçe açıklarının en önemli sebeplerinden birisi sosyal güvenlik sistemlerinin açıkları olarak karşımız çıkıyor.

Uzayan ömürler, insanların çalışma sürelerinin de uzamasını gerektiriyor. Üstelik, daha uzun süre çalışanların hayata bağlılıkları da artıyor ve daha uzun yaşıyorlar. Ortalama ömürlerin 70’i geçtiği bir ortamda 25-30 sene çalışıp, prim ödeyerek 50 yaşının altında emekli olup, 20 seneyi aşkın bir süre için emekli maaşına hak kazanması sürdürülebilir olmaktan uzaktır. Hele şu anda çalışma hayatına yeni başlamış olanlar için ortalama ömürlerin 90 yaşlarına kadar uzayabilecek olması hem artan sağlık harcamaları, hem de daha uzun emeklilik süreleri gerektireceğinden, çalışma sürelerinin önemli ölçüde artması gerektiğine işaret ediyor.

Ancak, daha uzun çalışma süreleri sağlayabilmek için bir çok konuda değişim gerekiyor. İşverenlerin yaşı nedeniyle belki enerji seviyesi daha düşük, ancak bilgi düzeyi yüksek kişilerden faydalanabilecek şekilde yeni işler oluşturmaları gerekiyor. Belki daha az çalışma saatlerinden oluşan işler oluşturmak gerekiyor.

Belli bir yaşın üstündeki kişilerin, ulaştıkları en yüksek pozisyondan daha düşük pozisyondaki işleri küçümsemeden kabullenmeleri, belki başka iş kollarına transfer olmayı kabul etmeleri gerekiyor. Onların akrabalarının ve çevrelerinin daha uzun süre çalışmayı teşvik etmeleri, en azından engellemeye çalışmamaları önem taşıyor.

Artık, emeklilik dönemi için planlanan tatilleri, aktiviteleri, çalışma dönemiyle birlikte hayata geçirme zamanıdır. Ne yaşamayı ertelemeli, ne de çalışmadan birilerinin bize bakmayı taahhüt edeceği hayaliyle yaşamalıyız. Çalışırken yaşamak, yaşarken çalışmak hayatımız boyunca sürdürmemiz gereken bir anlayış olacak.

Emeklilik sistemlerinin popülist yaklaşımlardan kaçınarak emekli olmak için gerekli çalışma sürelerini uzatmaları gerekiyor. İnsanların yaşamlarını sürdürmek için sadece emeklilik sistemlerine güvenmeyip, tasarruflarını daha uzun yaşam sürelerini destekleyecek şekilde oluşturmaları gerekiyor.

Bireysel olarak yaşam süreleri belirsizliğini koruyor. Ancak, toplumsal olarak (istatistik olarak) tahmin edilenden daha uzun yaşayacağımızı kabul edip, hayatımızın kurgusunu buna uygun olarak düzenlemeliyiz. Daha uzun ve daha sağlıklı yaşayan insanlar, daha uzun süre çalışmalı, daha uzun süre üretken ve verimli olmalılar.

Biz ve Öteki

İnsanın genetik haritası belirlendiğinde ırklar arasındaki farkların yüzde birin bile çok altında olduğu da ortaya çıktı. Oysa insanlar benzerliklerinden çok farklılıklarına odaklanıyorlar. Bu farklılıkları ayırımcı bir anlayış ile kullandıklarında ise insanlığa hizmet etmiyorlar. Tarihteki bir çok kavga ve savaş insanların farklılıklarıyla ayrı kategorilerde değerlendirilmesinden çıkmıştır.

Bugün de insanlığı tehdit eden en önemli unsurlardan biri insanların belli farklılıklara odaklanarak biz ve öteki ayırımı yapmalarıdır. Aslında önemli olan zihinlerde yaratılan uçurumlardır. Böylesi bir uçurum yaratmak için, aslında hiç de fiziksel özelikler, inançlar, dünyanın hangi coğrafyasında doğulduğu gibi farklılıklara ihtiyaç yok! Önemli olan “biz” ve “öteki” kavramını kullanmak istemek.

Bir örnek ile bu konuyu açıklayalım: Düşünün ki XXX ülkesindeki insanların hepsi sarışın, hepsi mavi gözlü, hepsi uzun boylu, aynı dili konuşuyorlar ve aynı dine inanıyorlar. Bu ülkede tek numaralı evlerde oturanların çocuklarından bir kaç tanesini öldürsek ve bunu çift numaralı evlerde oturanların yaptığı propagandasını başarılı bir şekilde gerçekleştirsek. Emin olunuz ki, o ülkedeki insanlar sokakta yürürken dahi, birbirlerinin tek numaralı mı, yoksa çift numaralı mı evlerde oturduğunu bilir hale gelmeye başlarlar. Bu işlem biraz daha ileriye giderse, tek ve çift numaralı evlerde oturanlar şehirlerin farklı bölgelerine taşınmaya başlayabilir ve yeni mahallelerinde evlere numaraları verirken, “öteki” gördükleri numaraları atlamaya özen gösterirler!

Oysa insanları ve toplumları “öteki” kavramıyla ayırmak yerine insanların farklılıklarını bir zenginlik kaynağı olarak görmek barışın ve gelişmenin temelidir. Ancak, maalesef uzaktaki bir “öteki” kavramı, insanların “biz” anlayışı ile dar alanlarda birlikte uyumlu yaşama dürtüsünü geliştiriyor. Belki de bu nedenle, özellikle yönetici kadroların işine geliyor bir “öteki” kavramı yaratmak. Oysa, bir toplumda yaratılan “öteki” kavramı, diğerindeki “biz” duygusunu güçlendiriyor, ve insanlığı kemiren düşmanlıklara dönüştürüyor.

Soğuk savaş yıllarının “komünistleri” bugün dost olabiliyorsa, “biz” ve “öteki” kavramlarının oluşturduğu zihinsel uçurumları aşmak da, Filistin-İsrail, Hıristiyan-Müslüman, Zenci-Beyaz gibi ikilemleri aşmanın anahtarıdır.

Elbette ki bu tek taraflı bir girişimle değil, küresel bir eğitim süreci ile sağlanabilir. Dünyadaki çeşitli ülkelerde tüm okul kitaplarının bu gözle elden geçirilmesi, teknolojik gelişmeler sayesinde küçülen ve birbirine bağımlılığı artan insanlığın zihinlerdeki ayırımları aşabilmesi için önemli bir adım olacaktır.

Biz ve öteki kavramları insanları pastanın büyütülmesine değil, onun paylaşılmasına odaklıyor. Oysa barış ve birliktelikle sorunların üstesinden gelmeyi hedefleyen insanlık, kendi yaşamını daha kaliteli hale getirebilecektir.

Zaten, insanları daha kaliteli bir yaşama taşımayı hedefleyen dinlerin de özünde bu anlayış var: Yunus Emre’nin sözleriyle

“Sen sana ne sanırsan,

Ayruğa da (ötekine de) onu san;

Dört Kitabın manası,

Budur, eğer var ise…”

Anadolu tarihinin önemli unsurlarından olan Ahiliğin ahlak tüzüğü de bu kavramı şu şekilde ifade ediyor: “Bütün insanlara tek nazarla, iyi gözle baka. Nefse galip ola. Kendine istediğini başkalarına da isteye.”

2004 yılı Türkiye açısından önemli olduğu kadar Avrupa Birliği açısından da önemli. Yüzyıllardır oluşturulmuş “öteki” kavramını aşarak AB’ne önemli zenginlikler katacak bir Türkiye’yi “biz” kavramıyla benimseyebilmek, AB için de önemli bir medeniyet sınavı olacak.

Başarılı İnsanların Sırları

Bazı insanlar kendilerinin ve başkalarının hayatlarında önemli ve olumlu gelişimler sağlarlar ve başarılı olarak kabul edilirler. Başarılı insanlar üzerinde yapılan araştırmalar, onların birçok ortak noktasının olduğunu ortaya koyuyor.

Öncelikle başarılı insanların yüksek bir özgüvene sahip olduğu belirlenmiş. Bir başka ifade ile başarılı insanlar kendilerine değer verir ve güvenirler. Bu özgüven onların yaratıcılık için gerekli olan heyecan ve cesarete sahip olmalarını sağlar. Dolayısıyla, özgüveni olan insanlar kendilerine ulaşılması güç hedefler koymaktan çekinmezler. Ardından da bu yüksek hedefe odaklanarak onu gerçekleştirme yönünde en büyük adımı atmış olurlar.

Başarılı insanların hayatta belirlenmiş kişisel hedefleri ve değerleri vardır. Hangi misyona hizmet ettiklerini iyi bilirler ve başarılı olduklarında dünyanın nasıl değişeceği konusunda bir vizyona sahiptirler. Kişisel hedefleri konusunda gerçekçi ve net beklentileri vardır. Bu hedeflere ulaşmak için stratejiler geliştirir ve bu stratejileri uygularlar. Bu stratejiler bireysel yetkinlikleri ve ilişkileri geliştirecek hedefleri ve zaman planlamasını kapsar.

Başarılı insanlar aynı zamanda kendi davranışları ve gelecekleri için sorumluluk üstlenirler. Sorumluluk üstlenen insan insiyatif alır, risk alır ve geleceği şekillendirecek adımları belirler ve atar. Bu yaklaşım onlara daha hızlı öğrenme fırsatı sağlar.

Bu insanlar geleceği gözlerinin önünde canlandırmak için özel çaba gösterirler. Hayal etmek, gerçekleştirmenin ilk adımıdır. Hayalleri gerçeğe dönüştürürken izlenen bir başka yol da bu hayalleri başkalarıyla paylaşmaktır. Sözlü ve/veya yazılı olarak hayallerini tekrarlayan insanlar, hem bu hayalleri daha netleştirmiş olurlar, hem de kendilerin toplum önünde hayalleri ile özdeşleştirerek kişisel sorumluluklarını pekiştirirler.

Başarılı insanlar yenilgileri kabullenip, onları aşma konusunda kararlılık gösterirler. Gerçeklerle yüzleşmeyi, başkalarının deneyimlerinden faydalanarak hataları önleyebilmeyi bilirler. Odaklandıkları hedef doğrultusunda ilerlemeyi gözleyip, davranışlarını değiştirmekten kaçınmazlar.

Başarılı insanlar kendileriyle barışıktırlar. Dolayısıyla, yaşamlarında yüksek düzeyde stres yoktur. Ruhsal ve bedensel olarak formda ve zindedirler. Bu, onların hedeflerine odaklanabilmelerini sağlar. Onlar, uzun vadeli hedeflere odaklanır, kısa vadeli kazançlar için uzun vadeli hedeflerinden vazgeçmezler. Zamanlarını etkili kullanırlar. Hedeflerini gerçekleştirmek için gerekli az sayıda ancak önemli adımlara odaklanırlar. Hedefleri doğrultusunda fedakarlık yapmaktan çekinmezler. Disiplin başarılı insanların ortak özelliklerindendir.

Başarılı insanlar sadece zihinsel zekalarıyla değil, aynı zamanda duygusal zekalarıyla da farklılık yaratırlar. İnsan ilişkilerine önem verirler. Olaylara karşıdakinin gözüyle bakabilirler. İnsanlara değer verir, onlarla karşılıklı kazan-kazan türünde ilişkiler kurmaya özen gösterirler. Beraber çalıştıkları insanlara heyecan verir, onlara yetki kullanacak geniş alan bırakırlar.

Başarılı insanların en önemli özelliklerinden biri de kendilerini sürekli olarak geliştirme çabasında olmalarıdır. Her zaman yeni bilgilere açıktırlar. Her hatayı bir öğrenme fırsatı olarak görürler. Başkalarının deneyimlerine yakın ilgi gösterir, onlardan öğrenmeye çalışırlar.

Bu özellikler öğrenilebilir özelliklerdir. Dolayısıyla, gençlerimizi eğitirken bu özellikleri kazandırmaya da özen göstermeliyiz. Unutmamalıyız ki, “Ağaç yaşken eğilir.”

Farklılık Her Gün Yaratılır

İnsanı alışkanlıkları belirler. Dolayısıyla, hayatında özel başarılara imza atanların nasıl farklılık yarattığını anlamak için öncelikle onların alışkanlıklarını izlemek gerekir. Hayatında farklılık yaratmak isteyenler de, öncelikle alışkanlıklarını gözden geçirmelidir.

Para ile satın alınamayan birçok değer, ancak zamanın etkin kullanımıyla kazanılabilir.

Sağlıklı yaşam, sağlam bir vücut, yüksek bilgi düzeyi, kültür, sevgi dolu bir ilişki ağı, toplumsal saygınlık, bu konulara ilişkin günlük alışkanlıklar ile kazanılır.

Şampiyonluk için koşan atletler, yarışın koşulduğu saniyelerde değil, ondan önceki hazırlık döneminde kazanırlar. Antremanları aksatmayan, her gün farklılık yaratabilenler, yarış koşulurken önemli avantaj sağlarlar.

Takımında sadece ilk onbirde oynayanları değil, aynı zamanda geniş bir yedek kadroyu da formda tutabilen antrenörleri, lig maratonundaki sakatlıklar, cezalar korkutmaz.

Her gün düzenli olarak dişlerini fırçalayanlar daha sağlıklı dişlere sahip olurlar. Her öğün yemeğine dikkat edenler, aşırı kiloları taşımak zorunda kalmazlar. Düzenli olarak egzersiz yapanlar daha az sakatlık yaşarlar.

Düzenli olarak okuma alışkanlığı edinenlerin, araştırmaya zaman ayırma disiplini olanların bilgi düzeyi de güncelliğini yitirmez. Merakını yitirenler güncelliğini de yitirir.

Her gün çevresi ile güleryüzlü ilişki kuranlar, onları iyi ve kötü günlerinde unutmayanlar önemli bir sosyal birikim elde ederler. Böylesi bir birikim ancak zaman içinde elde edilir. Dolayısıyla, zamanı iyi kullanmayanların, sosyal sermayesi de düşük olur.

Toplumsal güven de ancak zaman içinde kazanılabilinen kırılgan bir değerdir. Söylemlerle eylemlerin tutarlılığı ve toplum için değer yaratabilmiş olmak toplumsal güven kazanılmasının temelini oluşturur.

Elektronik çağda eylem söylem tutarsızlıklarının açığa çıkma hızı da önemli ölçüde artmıştır. Dolayısıyla, davranışlarıyla farklılık yaratmak isteyenlerin tutarlılık konusuna özel önem vermeleri gerekiyor.

Farklılık yaratmak bireyler için olduğu gibi kurumlar için de sürekli ve düzenli bir uğraştır.

Şirketler de yetkinliklerinin güncel kalabilmesi için sürekli geliştirilmesi gerektiğini iyi anlamalıdır. Geliştirilmeyen yetkinlikler rekabetin mutlaka gerisinde kalır. Müşterinin kalite anlayışı beklentilerinin aşılmasıdır. Bu tanım sürekli gelişmenin gerekliliğini ifade eder. Çünkü, beklentiler karşılandıkça yerlerini daha yüksek beklentilere bırakırlar. Dolayısıyla, dün mükemmel olarak kabul edilen bir hizmet seviyesi, bugün ancak yeterli, yarın ise yetersiz olarak nitelendirilecektir. Bu nedenle, beklentiyi karşılamak, ancak sürekli gelişme ile sağlanabilecek bir düzeyi ifade eder.

Müşteri sadakati elde etmek hem onun beklentilerini her zaman karşılamakla, hem de özel durumlarda özel tedbir alabilecek esnekliği göstermekle sağlanır.

Ürün geliştirmek için araştırma ve geliştirmeye düzenli olarak kaynak ayırmaksızın müşterinin gelecekteki ihtiyaçlarına cevap verebilecek fırsatları yaratmak da çok güç olur.

Toplumsal sorumluluk konusuna düzenli olarak eğilmeyen şirketler, kamuoyunda bir risk ile karşılaştıklarında bu konuda güvenilirlik kazanmak için çok geç kalmış olurlar.

Özetle, gerek kişisel boyutta, gerekse kurumsal boyutta farklılık yaratmak istiyorsak her gün yaptığımız aktivitelere dikkat etmeli, düzen ve disiplini sağlamalıyız. Büyük başarılar her gün üst üste konan tuğlalarla inşa edilir. Her bir tuğlanın iyi yerleştirilmemiş olması veya zayıf olması, zaman içinde tüm duvarın sağlamlığını etkiler.

Bu nedenle, hem kendimizi yönetmekte, hem de kurumlarımızı yönetmekte her gün daha iyisini başarmayı, her gün farklılık yaratmayı hedeflemeliyiz.

Yaşam kalitemizi artırmak ancak bu anlayışla sürekli olarak yönetim kalitemizi artırmakla gerçekleşebilecek bir hedeftir.

Liderlikte İnsan İlişkileri

Liderlik insanların davranışlarını değiştirebilme yeteneği ve kapasitesidir. Liderlik, iyi bir stratejist olmanın, cazip bir karizma ve iletişim becerisine, ve gerektiğinde risk alabilecek kararlılığa sahip olmanın ötesinde insanları motive edebilmeyi ve yetkelendirebilmeyi gerektirir. Bu nedenle gerçek liderler insanlarla ilişkilere özel bir önem verirler, onların yeteneklerine güvenir ve onların yeteneklerini geliştirmeye çalışırlar.

Liderlerin en çok zaman ayırdıkları konu insan ilişkileridir. Dolayısıyla, insan ilişkileri konusundaki yetkinliklerini geliştirmeye özellikle önem verirler.

İnsanları motive edebilmenin en önemli araçlarından biri onların yeteneklerine güvenildiğini hissetirebilmektir. İnsanlara başarabilecekleri hedefler koymak, ve bu hedeflere ulaşıldığında kendilerini kutlayarak daha yüksek hedefler koymak onların motivasyon düzeylerini artırır.

Herkese eşit davranmakla, adil davranmak arasında fark vardır. İnsanlar, motivasyon düzeyleri, yetkinlikleri ve performansları farklı olduğuna göre onları yönlendirmek için de farklı davranışlar gerekir. Bu nedenle, liderler beraber çalıştıkları insanları iyi tanımak üzere zaman yatırımı yapmaktan çekinmezler. Onları farklı ortamlarda test ederek hangi davranış tarzına daha etkin cevap verebileceklerini sezmeye çalışırlar.

İnsanlara bağlılığını gösteren liderler, onların da bağlılığını kazanır. Birlikte çalıştığınız insanlar için önemli olan konularda, onlarla ilgilenmek, onları zor zamanlarında yalnız bırakmamak değişimin gerektirdiği güçlükleri birlikte aşmada yardımcı olur. Liderin takımın her elemanı için zorlukları birlikte aşma çabalarından tüm takım etkilenir. Gerçekten ihtiyaç olacağı zaman kendilerine de sahip çıkılacağını hisssedenler, daha iyi takım oyuncusu olurlar.

İyi liderler, takımın başarısı için üyelerin kendi gelişmelerini engelleyecek davranışta bulunmazlar. İyi lider, bir yandan takımın performansını artırmaya çalışırken, bir yandan da takım üyelerinin kariyerlerinde gelişmelerine destek verirler. Onların başka pozisyonlara hazırlanmalarına yardımcı olurlar.

İyi liderler, sadece yıllık performans değerlendirmelerinde değil, tüm yıl boyunca birlikte çalıştıkları arkadaşlarına performansları ve gelişme alanlarıyla ilgili geri bildirimde bulunurlar. Performans hakkında zamanında dürüst geri bildirimde bulunmak, takımın gelişmesini sürekli kılmanın önemli önşartlarından biridir.

İnsanları motive edebilmek, onları sevmekten geçer. Ancak, sevginin bir zaafiyet olmamasına da dikkat etmek gerekir. Sevdiklerinin problemlerini görmezden gelme eğilimi, iyi liderlerde görülmez. Sevdiklerinin problemleriyle yüzleşme ve onları aşma cesaretini göstermek, iyi liderlik özelliklerindendir. Çünkü, problemler onlardan kaçılarak değil, onlarla ilgili çözümler üretilerek aşılır. Zamanında ele alınmayan küçük konular, zamanla bir büyür ve çözümü de daha zorlaşır.

Takım oluşturmanın ve performans geliştirmenin en etkili yöntemlerinden birisi de sürekli olarak bilgi paylaşımı sağlamak ve örnek olmaktır. Öğretmek, öğrenmenin ve gelişmenin temelidir. İnsanlar uyguladıklarının çoğunu işi yaparken öğrenirler. İyi liderler iş yapma sürecinde birlikte çalıştıkları arkadaşlarına destek olarak onlara koçluk yaparlar.

İnsanların hata yapmalarına fırsat tanımak, onların öğrenme sürecini desteklemek, hataların tekrarlanmaması için geri besleme, bilgi paylaşım ortamları yaratma gibi süreçler geliştirmek insanları etkileme sanatının araçları arasındadır. Bu yaklaşım, takımın yaratıcılığını geliştirir.

Birlikte çalıştığı insanlara zaman yatırımı yapan, onların gelişmesin için samimi katkıda bulunan, insan ilişkilerine olumlu bir yaklaşım gösteren, ancak zorluklardan kaçmayan bir yaklaşım tüm liderlerin benimsemesi gereken bir yaklaşımdır.

Liderler, insanları sadece bugünkü performanslarıyla değil, aynı zamanda gelecekteki potansiyelleriyle de değerlendirirler. İşlerini hem bugünkü performansı, hem de gelecekteki potansiyeli geliştirmek gayesiyle yönetirler.

Sosyal Değişimi Desteklemek

Yaşam kalitemizi artırabilmek için sadece bireysel gelişime, ve çalıştığımız kuruma yatırım yapmak yetmiyor. Aynı zamanda, çevremizi ve sosyal ortamımızı geliştirme çalışmalarını da desteklemek gerekiyor. Doğrudan kontrol etme imkanımızın ve üzerinde yaptırım gücümüzün olmadığı bir ortamda değişimi sağlamak ise planlı bir yaklaşımı gerektiriyor.

Yaşamın herhangi bir alanında değişimi gerçekleştirmek isteyenler, öncelikle vizyonlarını açıkca ortaya koymalılar. Bir başka ifade ile, neyi değiştirmek istediklerini, nasıl bir dünya hedeflediklerini, değişimi hangi etki alaınında geçekleştirmek istediklerini belirlemeleri gerekiyor.

Örneğin, bir mahallede oturan on ilkokul öğrencisinin eğitim kalitesini artırmak ile bir ildeki okulların eğitim kalitesini artırmak, hatta bir ülkedeki eğitim sisteminin kalitesini artırmak hedefleri arasında büyük fark var. Herbirisi için örgütlenme modeli, kaynak ihtiyacı ve değişim için etkilenmesi gereken çevrenin genişliği çok farklı.

İkinci adım olarak vizyonla uyumlu bir kaynak geliştirme stratejisinin ortaya konması gerekiyor. Kaynak demek, sadece finansal kaynak manasına gelmiyor. Aynı zamanda insan kaynağı ve bilgi kaynağı da değişimi gerçekleştirmek için vazgeçilmez unsurlar arasında yer alıyor.

Organizasyon oluşturulurken, hedeflenen değişim konusunda uygulama deneyimine sahip, bu değişimnin yaygınlaştırılması için kaynakları harekete geçirebilecek, toplumun değişik kesimlerine ulaşabilme ve iletişim kurma konum ve yetkinliğine sahip kişilerin organizasyonun yönlendirilmesinde görev almalarının sağlanması önem taşıyor.

Üçüncü adım olarak kurumsal iletişime öncelik vermek gerekiyor. İnsanların ve kurumların davranışlarını değiştirmek için öncelikle değişimin gerekliliği ve faydasına inandırmak gerekiyor. Dolayısıyla, sınırlı kaynaklarının kullanımında gerek kurumsal kimlik oluşturma, gerekse kamuoyu ile iletişim kurma konularına öncelik vermek bu kaynakların artırılması için vazgeçilmez bir adım olarak karşımıza çıkıyor.

Başarı için en önemli unsurlardan biri de liderlik. Sosyal değişim için liderlik gösterilmesi, toplumsal sorumluluk adına hedeflerin, ilkelerin ve değerlerin net bir şekilde kurum içi ve dışında iletişiminin yapılması ve sahiplenildiğinin eylemlerle gösterilmesi olarak tanımlanıyor.

Sosyal değişim ciddi bir planlama ve uygulama ile gerçekleştirilmeli. “Ölçülmeyen performans iyileştirilemez” ilkesi doğrultusunda, sosyal değişim ile ilgili performans kriterleri de tespit edilmeli ve düzenli olarak izlenmeli. “Bir elin nesi var, iki elin seesi var” anlayışıyla, sosyal değişimi gerçekleştirirken başka kuruluşlarla işbirlikleri geliştirilmeli. Hedeflenen sonuçlara ulaşabilmek için yaratıcı çözümlere fırsat tanınmalı ve bu konuda öncü faaliyetlerde bulunan geleceğin liderlerinin yetiştirilmesi ve teşvik edilmesi sağlanmalı.

Sosyal girişimci olarak toplumsal sorunlara çözüm arayanların dikkat etmeleri gereken bazı ortak özellikler var: (1) Projelerin gerçek bir ihtiyaca cevap vermesi; (2) Bu amaçla kurulan kurumun güvenilir ve etkin bir yönetim kadrosu tarafından yönetilmesi; (3) İyi bir model oluşturulduğunda ekonomik olarak çoğaltılma fırsatının olması; (4) Projenin dönemsel masraflarını karşılayacak gelir kaynaklarına sahip olması; (5) Proje sonuçlarının ve faydalarının düzenli olarak ölçülerek şeffaflıkla paylaşılması.

Faaliyetler hakkında şeffaflıkla hesap verme alışkanlığını kazanmak kaynakların sürekli olarak artırılabilmesi için vazgeçilmez bir unsurdur. Bunun için öncelikle, hangi faaliyetlerin nasıl ölçümleneceği konusunda karar verme gereği var. Daha sonra düzenli olarak bu ölçümlerin yapılması ve performansın açıkça paylaşılması şirketlerin toplumsal saygınlığını artırıyor. Bu nedenle, özellikle dış iletişimde kullanılacak kriterler ve hedefler konusunda başta mütavazi ve gerçekçi bir yaklaşım sergilenmesi, ancak zaman içinde daha zorlayıcı hedeflere yönelinmesi toplumsal güvenin artmasına yardımcı oluyor. Dikkat edilmesi gerek bir konu da, duyurulan hedeflere ulaşmada güçlükler yaşandığı durumlarda bile şeffaflıktan ödün verilmemesidir.

Özetle, sosyal değişimi desteklemek sadece parasal yardım yapmakla değil, daha da önemlisi “iyi yönetişim” kavramının yaygınlaşmasını sağlamak demektir. Başarı için bu anlayış doğrultusunda, açıklık, şeffaflık, katılımcılık, hesap verebilirlik, verimlilik ve etkinlik konularında her zaman kendini sorgulamak ve sürekli geliştirmeye çalışmak, hem kendi içinde, hem de değişimi destekleyenlere karşı kaynakların nasıl kullanıldığı konusunda aktif bir açıklık sergilemek gerekir.

Olumlu Düşünmenin Gücü

Hayat bir aynadır. Siz ona gülümserseniz, o da size gülümser.

Yaşamını iyileştirmek isteyen herkes ilk önce olumlu düşünmeyi öğrenmelidir. Çünkü, düşünceler inançları, inançlar davranışları, davranışlar da çevre ile etkileşimi belirler.

Zihni sağlıklı olanların, bedenleri de daha sağlıklı olur. Dolayısıyla, olumlu düşünce hayatın kalitesini ve süresini de artırır.

Olumlu düşünce yeteneği öğrenilebilecek bir yetenektir. Bu yeteneği geliştirmek için başkalarının deneyimlerinden faydalanmak etkili bir ilk adım olur. Dolayısıyla, çevredeki iyimser insanları belirleyip, onları örnek almak olumlu düşünce yeteneğini geliştirmeye yardımcı olur.

Olumlu düşünme yeteneğini kazanmak için insan öncelikle kendisiyle barışık olmalıdır. Bunun için düşüncenin, söylemlerin ve eylemlerin tutarlı olması gereğini hiç unutmamalıyız. Bu tutarlılık gösterilmediğinde hem toplumun güveni yitirilir, hem de insanın iç huzuru zedelenir.

En acımasız kritiği insanlar çoğu zaman kendileri yaparlar. Hatasız kul olmaz. Yapılan hataları eleştirmek yerine, kendini geliştirme fırsatı olarak görmek daha yapıcı sonuçlar verir. Olumlu düşünmek, hataları reddetmek değil, onları birer iyileştirme fırsatı olarak görmek demektir. Olumlu düşünmek, hataların bir daha ki sefer nasıl önlenebileceğini düşünmek ve bunun için plan yapmaktır. Bu yaklaşımı çevrenizdekiler için de uygulamak, insanların sizinle daha olumlu bir etkileşim kurabilmesine yardımcı olur. Bir adada tek başına yaşamanın güçlüğünü göz önüne getirdiğimizde çevremizle etkileşimin hayatımızın ne kadar önemli bir parçası olduğunu daha iyi anlarız. Bu etkileşimin kalitesini artırmak, hayat kalitemizin de artırılmasına yardımcı olur.

Olumlu düşünebilmek için cümlelerinizden olumsuz kelimeleri silmeye çalışın. Bu yaklaşım, her olayın olumlu yönlerini görebilme yeteneğini geliştirmeye de yardımcı olur. Çünkü kelimeler, düşünceyi ve inançları tetikler. Düşünce ve inançlar ise davranışları belirler.

Hayata yaklaşımda sorumluluk almak, ancak esnek bir yaklaşımı benimsemek olumlu yaşam için önemli bir girdidir. Hayatta ulaşmak istediklerimizin kendiliğinden gelmeyeceğini, geleceği şekillendirmek için bugünden çaba gösterilmesi gerektiğini kavramalıyız. Ancak, geleceği şekillendirmenin, geleceği belirlemek manasına gelmediğini de anlamalıyız. Dolayısıyla, zihinsel açıdan sağlıklı olabilmek için gerçekleri kabullenmeyi de öğrenmek gerekir. Ancak, gerçekleri kabullenmek, onlara boyun eğmek demek değildir. Önemli olan gerçekleri görmek ve onlardan değiştirebilecek olduklarımız için yapıcı eylemlerde bulunmaktır.

Olumlu düşünmek ve olumlu yaşamak için insan kendine ve çevresine güvenmelidir. Hayatı sadece onu değiştirebileceğine inananlar iyileştirir. Kendine ve çevresine güvenen, inançlı ve azimli insanlar hayatın kalitesini geliştirir, kendileri ve çevreleri için mutluluk kaynağı olur.

Dünyada iki büyük güç vardır: biri korku, diğeri ise inançtır. Olumlu düşünebilmek için insanın korkularını da yenmesi gerekir. Korkuları yenmenin en etkili aracı ise inançtır. Tanrıya inanmak hayatta değiştiremediklerimiz karşısında iç huzuru bulabilmeyi sağlar. Değiştirmek istedikleriniz için elinizden gelen çabayı gösterdikten sonra hayırlı br sonuç beklentisiyle tanrıya havale etmek stresi azaltır ve daha sağlıklı bir hayat yaşamaya fırsat tanır. Düzenli olarak fiziksel ve ruhsal egzersiz yapmak insanda olumlu düşünceyi, sağlıklı ve dengeli yaşamı geliştirir.

Hayatta en demokratik olarak dağıtılmış kaynak zamandır. Herkes için gün 24 saattir. Zamanı iyi kullanmak ve ileride değişmesini istedikleriniz için önceden adımlar atacak cesaret ve uzak görüşlülüğü göstermek insanın olumlu düşünce yeteneğini de geliştirir. Olumlu düşüncenin temelinde sevgi yatar. Olumlu düşünebilmek için insanları sevmek, onlara birşeyler kazandırabilmenin heyecanını yaşamak gerekir. Kendini iyi hissetmenin yolu, içten bir duyguyla başkalarına yardım edebilmektir.

Hayatta iki değer var ki, paylaştıkça artıyor: sevgi ve bilgi. Sevgisini ve bilgisini paylaşan insanlar en büyük zenginliğe kavuşan insanlardır. Hayatta mutluluk olumlu düşünce ile başlar, olumlu söylem ve eylemlerle gelişir, paylaşılan sevgi ve bilgiyle doruğa erişir.

Geleceğin Liderleri

İçinde yaşadığımız toplumu ve çocuklarımızın yaşayacağı ortamı şekillendirmek için yeni liderlik kavramlarını iyi anlamalıyız. Lider, insanları bir hedef doğrultusunda harekete geçirebilen kişidir. Her insan hayatı boyunca çeşitli konularda ortalama 250 kişinin davranışlarını değiştiriyor.

Dolayısıyla bu açıdan baktığımızda, herkes bir liderdir. Ancak, etkilediği kişi sayısı, bu etkinin sürekliliği ve harekete geçirilen kaynakların boyutu toplumsal liderleri diğerlerinden ayırıyor.

Geleceğin liderleri, bir komutandan çok bir orkestra şefine benzeyecek.

Son senelerde dünyanın dev şirketlerini yönetenlere liderlik eğitimi veren yönetim gurularının arasında meşhur orkestra şeflerinden Zander de katıldı. Bu bir tesadüf değil. Çünkü bilgi ve yeteneğe dayalı bir toplumu yönlendirebilmek için bir orkestra şefinden öğrenebileceğimiz çok konu var.

Geleceğin en önemli özelliği bilginin öneminin artması. Kurumları ve ülkeleri geliştiren en önemli kaynak bilgi kaynağı. Katma değeri belirleyen ürün ve hizmetlere katılan beyin gücü oluyor. Bilgiye dayanan işlerde çalışanları gönüllüler gibi yönetmek ve yönlendirmek gerekiyor. Gönüllüleri yönetmek ise emir-komuta zinciri içinde çalışanları yönetmeye göre çok daha güçtür. Bu nedenle, sivil toplum örgütlerini yönlendirebilmek, şirketleri yönlendirmekten daha zordur.

Beyinleriyle ve gönülleriyle çalışanlar üretmek için gerekli en önemli yatırımı (bilgi ve deneyimlerini) her zaman yanlarında taşıyorlar. Onları motive etmek için en önemli araç berrak bir vizyona sahip olmaktır.

Geleceğin liderleri insanlara heyecan veren zorlayıcı bir vizyonun geliştirilmesine ve paylaşılmasına öncülük eden kişilerdir. Geleceğin lideri, vizyona hizmet etmeyi kendisinden ön planda tutabilen kişidir. İyi bir orkestra şefi kendisini patron olarak değil, çalınan parçanın hizmetkarı olarak düşünür. Kendisi yönettiği orkestradaki müzik aletlerini çalmayı bilmeyebilir, ancak hangisinin ne zaman daha yüksek, ya da daha yumuşak çalınması gerektiğini yönlendirir. Bu yönlendirmedeki otoritesini ise bilgisinden ve iletişim yeteneğinden kazanır.

Bilgi çağında başarının tek teminatı vardır: sürekli öğrenmek ve gelişmek. Bugün güncel ve öenmli olan yarın demode olmaya mahkumdur. Zamanı yakalamak ancak hergün bilgi ve deneyimi geliştirmeye yatırım yapmakla sağlanır. Bir üniversite mezunun kariyerinde yaşam boyu kendisine yetecek bilgiyle donandığı dönemler çoktan geride kaldı. Bilgi çağındaki insanların gelecek güvencesi biriktirdikleri para değil, yaşam boyu eğitimdir. İyi bir orkestra şefi sadece önündeki performansla değil, aynı zamanda orkestrasındaki sanatçıların her birinin sürekli olarak gelişmesiyle de yakından ilgilenir.

Geleceğin lideri hem özgüveni olan, hem de çevresince güvenilen kişidir. Sağlıklı bir özgüven, liderin hedefe ulaşmak için katlanması gereken güçlüklerle başedebilmesini sağlar. Kendi davranışlarıyla takımının da bu yönde yüreklendirilmesine yardımcı olur. Özgüveni olan kişi başkalarının başarılarından korku değil, gurur duyarlar. Onlar için önemli olan kendilerinin konumları değil, ortaya konan misyonunun gerçekleştirilmesidir. Geleceğin lideri bu özelliklerini eylemleriyle ispat edebilen, söylemleriyle eylemleri tutarlı olan kişidir. Bilgi işçileri liderle misyon uğruna ortaklık oluşturduklarına güvendiklerinde daha başarılı olurlar. İyi bir orkestra şefi sanatçılarını değerli birer mücevher olarak görür. Onlarla bir takım olarak ortaya koyduğu kompozisyonun hepsini tatmin edecek bir mükemmellikte olmasına çalışır.

Geleceğin lideri yaratıcılığa ve yenilikçiliğe fırsat tanıyan, bilinçli olarak kaynak ayrılmasını sağlayan kişidir. Hatasız kul olmaz. Yeterince hata yapmayan organziasyonlar kurumsal yaratıcılık ve öğrenme yeteneklerini sınırlayarak, en büyük hatayı yapmış oluyorlar. Geleceğin liderleri sadece başarıları değil, hatalardan ders alınan deneyleri de alkışlamayı bilirler. Önemli olan başarı kadar oraya ulaşılana kadar yaratılan ortak öğrenme ortamıdır. Her hata bir zenginlik fırsatıdır. Bu fırsatlardan faydalanmak ise karşılıklı güven ve paylaşım ortamı gerektirir.

Orkestra şefinin otoritesi unvanından değil, deneyiminden, sorumluluğundan ve saygınlığından kaynaklanır. Bilgi çağında liderlik yaratıcılık ile, sürekli gelişme için öğrenme ile, bilgi ve ilginin paylaşımıyla ve toplumsal güveni kalıcı kılmak için gösterilen tutarlılık ve titizlikle kazanılır.

Geleceğin liderleri, herşeyden önce örnek olabilmelidir. Her insan gibi liderler de hata yapabilir. Ancak, lideri liderlikten eden yanlış kararları değil, yanlış yollara sapmasıdır. Güveni yitirmemek için şeffaflığa, hesap vermeye ve hataların dar çıkarlar uğruna değil, etkinlik ve yaratıcılık uğruna yapılmasına özen gösterilmelidir.

Geleceğimizin ruhumuza hitap edecek bir konser kalitesinde olabilmesi için bu liderlik anlayışını her birimiz hayata geçirmeliyiz.

Geleceği Şekilllendirmek

Her gün aldığımız kararlar ve yaptığımız uygulamalar sadece o günün değil, aynı zamanda geleceğin de belirlenmesine katkıda bulunuyor.

Oysa birçok kişi ve kuruluş günü kurtarmanın peşine düştüğünde geleceği şekillendirebilme fırsatlarını kaçırdığının farkına bile varamıyor. Her gün karşısına çıkan gelecek ile uğraşmak zorunda kalıyor. Özellikle son dönemlerde yaşanan yüksek enflasyon ve yüksek reel faizler, Türkiye’de yatırım açısından görüş alanının önemli ölçüde kısalmasına yol açtı. Sadece fiziksel veya mali yatırımlarımızın değil, aynı zamanda düşünsel boyuttaki bakış açımızın da vadesi kısaldı.

Karşımıza çıkan sorunların çokluğu ve
karmaşıklığı, zamanımızı günlük konuların çözümüne odaklamayı zorunlu kılıyor. Oysa, her gün yangın söndürmekle meşgul olan bir toplum, refah düzeyini ve huzuru artırabilmek için, yangınları önlemeye yönelik yaklaşımlar geliştirmek zorunda.

Geleceği şekillendirebilecek yaklaşımlar ise, ister bireysel, ister özel sektör, ister kamu sektörü, ister sivil toplum kuruluşları, isterse insanlık boyutunda olsun ortak değer ve ilkeleri içeriyor. Aslında toplumun farklı katmanlarda değişik rolleri üstlenen kişiler, aynı kişiler. Dolayısıyla, bu bütünsellik aynı zamanda bir tutarlılık oluşturarak farklı rolleri uyum ile yürütebilme yeteneği de sağlıyor.

Bu bütünsel yaklaşım, sahibi biz olalım ya da olmayalım, sonuçta fiilen kullandığımız kaynakları etkin ve etkili olarak kullanmayı ve getirisini paydaşlar arasında adil olarak paylaşmayı sağlayacak bir yönetim anlayışının, yönetim kalitesinin hayata geçirilmesini gerektiriyor.

Bu yaklaşımın temelinde batının analitik bakışı ile doğunun manevi ve bütünsel bakışının kesişmesi, kendi hayatını aşan uzun vadeli bir bakış açısı ve olumlu düşüncenin gücü var; doğu ile batının kesiştiği Anadolu kültürünün hoşgörü geleneği var; değer yaratmanın, “kendin için ne istiyorsan, karşındaki için de onu iste” yaklaşımının ve sorumluluk üstlenmenin getirdiği anlamlı bir yaşamın hazzı var.

Geleceği şekillendirebilmenin ortak ilkeleri şu şekilde özetlenebilir: Birincisi, geleceği şekillendirmek isteyenler, nasıl bir gelecek istediklerinin hayalini kurmalı, düşünce ve içerik geliştirmelidirler. Sonuçlar ve başarılar problem çözerek değil, geleceğe hazırlıklı olarak ve eldeki kaynakları fırsatlara yönlendirerek sağlanır. “Şans, hazırlıklı olanlara güler”, demişler. Geleceği şekillendirmenin özeti burada yatıyor. Geleceği şekillendirmek demek, gelecekle ilgili fikri hazırlığı yapmak demektir.

İkincisi, arzulanan geleceğin değer yaratıyor olmasına odaklanma gereği var. İnsanlar için fayda sağlayan, kaynakları verimli ve etkin kullanan, süreçleri ve sonuçları kaliteli olan girişimlerin başarı şansı daha yüksek oluyor. Değer yaratmak, problemleri çözerek değil, fırsatları yakalayarak elde ediliyor.

Üçüncüsü, geleceği şekillendirmek isteyenlerin arzulanan gelecek için hangi kaynakların, hangi noktalarda harekete geçirilmesi gerektiğini belirlemeleri gerekiyor. Bu noktada, kaynakların ve sonuçların kurumun içinde değil, dışında olduğu çok iyi anlaşılmalıdır. Bu nedenle, işbirliklerine açık olmak, misyon için kaynakları harekete geçirebilecek en iyilerle çalışmak ve onların gelişimini desteklemek gerekiyor. Etkilenmesi gereken alanın sadece yönettiği kurumla sınırlı olduğunu düşünenler, geleceği şekillendirmede zorluk çekerler. Böyle düşünenlerin vizyonları ve misyonları çok sınırlı ve tutucu kalır, etkileri çevrelerine yayılmaz.

Dördüncüsü, geleceği şekillendirebilmek için çevredeki gelişmeleri sürekli olarak izlemek, bilgiye ve öğrenmeye tutkulu olmak ve sürekli gelişmeyi hedef edinmek gerekiyor. Dünyayı, toplumu, piyasayı, teknolojiyi, takımını ve kendisini iyi tanıyanlar geleceği şekillendirebilmek için bugünden atılması gereken adımları daha net olarak görebiliyorlar.

Beşincisi, geleceği şekillendirmek için iletişime ve güven yaratan liderliğe gereksinim var. İletişimin arttığı ve ağların oluştuğu bir dünyada, başkalarının kaynaklarını harekete geçirebilmek için, bu ağlara güven vererek, onların kaynaklarını kendi istediğiniz şekilde yönlendirmeye çaba göstermek gerekiyor.

Altıncısı, geleceği şekillendirmenin insanın kendi içinde başladığını anlamalı, şekillendirilmeye çalışılan gelecekle önce kendi düşünce, değer ve davranışlarımızı uyumlu hale getirmeliyiz. Tutarlılık sağlayabilmek ve güven verebilmek için düşünce-söylem-eylem birliğinin büyük önem taşıdığını unutmamalıyız.Geleceği şekillendirmek, sorumluluk üstlenerek, inisiyatif alarak ve inanç doğrultusunda harekete geçerek gerçekleştirilebiliyor.

Yedincisi, geleceği şekillendirmek uzun soluklu bir odaklanmayı gerektiriyor. Bu nedenle, yüz metrelik sprinte değil, maraton koşmaya hazırlanmak önem taşıyor. İnsanın kendi içindeki olumlu düşünce, çevresine de pozitif enerji olarak yayılır, insanın dengeli bir yaşam kurması, misyon doğrultusundaki çabaların sürdürülebilirliğini sağlar.

Yaşam sorumluluk gerektirir. Bu sorumluluğu yerine getirirken üstlendiği her rolde yönetim kalitesini geliştirmeye gayret edebilen; birer yurttaş olarak devletten, birer müşteri olarak şirketlerden ve birer birey olarak sivil toplum kuruluşlarından kaliteli yönetimi talep edebilen insanların oluşturduğu bir toplum, özlenen bir geleceği şekillendirmeye başlamış olur. Çözüm, insanın kendi içinden başlar, yaygınlaştıkça başarıyı getirir. Sürdürülebilir kalkınma ve dünya barışı için aldığı kararların başkalarını nasıl etkilediğini iyi anlayan, kendisini bencillikten arındıracak bilgelik düzeyine erişen, insanlık için değer yaratmayı öncelik haline getirebilen ve gelecek için sorumluluk üstlenenlerin artması umuduyla…..

İçimizdeki Leonardo Da Vinci

İstanbul’un fethinden bir sene önce doğan Leonardo sadece dünyada yapılmış en iyi resimler arasında sayılan “Mona Lisa” ve “The Last Supper” gibi eserleri meydana getiren bir ressam değil, aynı zamanda tanınmış bir mimar ve heykeltraş; uçan bir makine, bir helikopter, paraşüt, bugün itfaiyecilerin kullandığı uzayan merdiven, dünyanın ilk dönen sahnesi gibi buluşları olan bir mucit; gerçekleri kendisinden dört yüzyıl sonra ortaya çıkacak olan zırhlı tank, makineli tüfek, güdümlü mermi ve denizaltı gibi silahların planlarını yapan bir askeri mühendis; anotomi, botanik, jeoloji ve fizik alanında öncü çalışmaları olan bir bilim adamı ve nalı eliyle bükebilecek düzeyde güçlü bir sporcudur. Kopernik’ten 40 yıl önce güneşin hareket etmediğini ve dünyanın evrenin merkezi olmadığını not etmiş; Gallileo’dan 60 yıl önce gök cisimlerini incelemek için iri bir büyüteç kullanılmasını önermiş; Newton’dan 200 yıl önce “her ağırlık mümkün olan en kısa yoldan merkeze doğru düşme eğilimindedir ve dünya yuvarlak olmak zorundadır” diye yazmış; ve Darwin’den 400 yıl önce “insanlar tesadüfi durumlar dışında hayvanlardan farklı değildir” diye yazarmış ve insanları maymunlarla aynı kategoriye koymuştur.

Leonardo Da Vinci yaşamını “Herşeyi öğrenmek mümkündür” anlayışıyla sürdüren örnek bir insandır. Onun hayata bakışı ve ilkeleri içimizdeki yaratıcılığı ortaya çıkarmaya yardımcı olabilir.

Leonardo hayatını yedi ilkeye uyarak yaşamıştır. Onu hayata bağlayan ve bu kadar farklı alanda zamanının çok ötesinde buluşlar yapmasına imkan sağlayan ilk ilkesi merak ve sürekli öğrenme içim bitmeyen bir araştırma güdüsüydü. Çevresindeki her olaya meraklı bir gözle bakardı. Neden deniz kenarında bulunan deniz kabukları dağların tepesinde de bulunuyor? Neden yıldırımın yol almak için zamana ihtiyacı varken, meydana gelir gelmez gözle görünür hale geliyor? Bir kuş nasıl kendini havada tutabiliyor? soruları onu jeoloji, fizik ve anotomi dallarında buluşlar yapmaya sürüklemişti. O bir şeyin nasıl çalıştığını öğrenmekle tatmin olmuyordu. Nedenini de bulmak istiyordu. İşte bu merakı onu bir teknisyenin ötesinde bir bilim adamına çevirmişti.

Leonardo kırk iki yaşında Latince öğrenmişti. Hayalini kurduğumuz yeni bir lisan, yeni bir spor, veya sanatsal faaliyete başlamak için hiçbir zaman geç değildir. Üstelik yepyeni birşeyler öğrenmek zihni zinde tutar.

Leonardo’nun ikinci ilkesi hatalardan ders alma arzusuyla bilgiyi test etme dürtüsüydü. Bu ilke kendi kendine öğrenebilme yeteneğini geliştirmesine yardımcı olmuştu. Hatadan korkan, hata yapmayan ne iş yapar ne de yeni bir şey öğrenir. Çocukların hızlı öğrenmelerinin en önemli sebeplerinden biri hata yapmaktan korkmamalarıdır.

Başkalarının hatalarından ders alma olgunluğunu gösterenler daha hızlı ilerler. Bu yönüyle her tanıştığınız insan yeni bir senginlik kaynağıdır. Sorgulayıcı bir zihin ve öğrendiklerini uygulayarak test eden bir insan öğrenme hızını artırır.

Leonardo’nun üçüncü ilkesi deneyimlerini daha canlı hale getirmek için tüm duyularını kullanmaya çalışmaktı. İnsan duyma, koku alma, tatma, dokunma ve görme duyularını geliştirdikçe hayattan daha çok zevk alır, çevresini daha iyi algılar ve daha hızlı öğrenir. Bir duyuyu diğer bir duyu ile tanımlamaya çalışmak algılamayı geliştirir. Sıcak-soğuk renkler, tatlı-ekşi bir ses, kadife gibi bir tat gibi. Çiçekleri, havayı koklamak için zaman ayırmak, yemekleri bir an önce mideye transfer edilecek bir meta olmanın ötesinde her bir lokmasının tadına varılacak bir zenginlik olarak görmek, müzik setinizin düğmeleri ile oynayarak aynı melodiyi farklı dinlemek, bakışımızı kompüter ekranlarının ötesinde ufka taşıyabilmek, bir kelebeğin renklerine konsantre olabilmek, sessizliği duyabilmek hayattan aldığımız zevki artıracaktır.

Leonardo’nun dördüncü ilkesi belirsizliği kucaklama arzusuydu. Şüpheleri olmayan bir insan çok az şey başarabilir. Leonardo’nun doğu felsefesine de ilgisi olduğu söylenir. Mona Lisa’nın zıtlıklardan denge bulma anlayışını içeren yin-yang felsefesinden etkilenerek yapıldığını savunan eleştirmenler vardır. Freud bu eseri kadının aşk hayatına hakim olan kontrastların en mükemmel ifadesi olarak tanımlamıştır. Mona Lisa’nın gülümsemesi iyi ile kötünün, şefkat ile gaddarlığın, baştan çıkarıcılık ile masumiyetin fanilik ile ebediliğin kesişmesidir.

Belirsizlikle dost olmak ve şaşkınlığa dayanmayı öğrenmek değişimin hızlanarak arttığı dünyamızda önemli bir yetenek haline gelmektedir. Paradoks ile karşı karşıya kalındığında sükuneti korumak, günümüzde sadece etkili olmanın değil, aynı zamanda sağlıklı bir zihne sahip olmanın da anahtarıdır. Bunun için düşüncelerimiz kadar içimizden gelen sese de kulak vermekten çekinmemeliyiz.

Leonardo’nun beşinci ilkesi bilim ve sanat, mantık ve hayal arasındaki dengenin gelişmesi için beynin bütünüyle düşünmekti.

Günümüzde Tony Buzan tarafından popüler hale getirilen zihin haritaları yapma fikrini Leonardo bundan beş yüz yıl önce uyguluyordu. Olaylara beynin sağ ve sol tarafıyla birlikte yaklaşmak, nicesel olduğu kadar niteliksel olarak da algılamaya çalışmak insanı ve düşünceyi zenginleştirir.

Leonardo’nun altıncı ilkesi vücut ve zihin dengesini korumak ve geliştirmekti. Goethe, Leonardo için “Yakışıklı ve görkemli fiziğiyle, o insan mükemmeliyetinin bir modeli gibiydi.” Diye yazmıştır. Leonardo Floransa halkı arasında diğer özelliklerinin yanı sıra dengesi, zarafeti ve sporculuğu ile de tanınırdı. İnsanın kişisel sağlığı için gücünü ve becerikliliğini artırmak üzere düzenli olarak çalışması, onun hayatın başka alanlarındaki başarısına da katkıda bulunur.

Leonardo’nun yedinci ilkesi herşeyin birbiriyle ilişkisini araştırmaktı. Bir bütün, parçalarının toplamından büyüktür. Olayların ilişkilerini araştırmak sistematik düşünmeyi, bütünü daha iyi kavramayı getirir. Leonardo bir doğa aşığıydı. Anotomiden uzay bilimine kadar çok geniş bir alanda arştırmaları bulunan Leonardo şöyle yazmıştı: Herşey herşeyden gelir, ve herşey herşeyden yapılmıştır, ve sonuçta herşey herşeye döner.

Dünya’nın değişimine bu kadar çok boyutta katkıda bulunan bu değerli insandan ve onun yaşam ilkelerinden alınacak çok ders var. Başkalarının deneyimlerinden öğrenerek yaşamdaki davranışlarımızı geliştirebildiğimiz ölçüde bizler de dünyaya yaptığımız katkıları artırabiliriz.

Özetle, Leonardo’nun öğretisi sorgulamaya, öğrenmeye, kendimize ve doğaya zaman ve dengeli yaşamaktır.

Yazımızı Leonardo’nun yaşama ilişkin önerilerinden alıntılarla sonlandıralım.

“Hırslı olanlar için, ne hayatın nimetleri, ne de dünyanın güzellikleri tatmin olmak için yetmez. Onlar için yaşam bir cezadır ve boş yere geçmektedir.”

“Suçu cezalandırmayan, onu teşvik ediyor demektir.”

“Adalet güç, anlayış ve irade gerektirir.”

“Doğru yürüyen, nadiren tökezler.”

“Tüyler kuşları olduğu gibi insanları da cennete doğru yükseltebilir; tüy kalemler tarafından sözcüklerin yazılması gibi.”

Güvenilir Olmak

“İnsan yaşamında onur da, ödül de, iyi özelliklerini davranışlarıyla gösterenler tarafından kazanılır.”
Aristo

Güvenilir olmak, kişiler için olduğu kadar kurumlar için de güç kazanılan önemli bir değerdir. Güvenilir olabilmek, uzun bir zaman içinde elde edilebilen, ancak çok kısa sürede yitirilebilen bir değerdir. Güvenilirliği kazanabilmek sözlerin ötesinde davranışların da tutarlılığı ile kazanılır. Çünkü davranışlar öncelikleri ve tercihleri kelimelerden daha etkili olarak gösterirler. Örneğin, Sn. Tantan’a duyulan güven yaptığı konuşmalardan değil, bir ömür boyu tutarlı davranışlarıyla kazanılmıştır. Ancak, bugün kendisinin yıllar önce küçük bile olsa bir yolsuzluğa karıştığı belirlense, bu güvenilirliğe ne olacağını düşünmek konuyu açıklamaya yeter sanırım.

Stratejide güven duygusunu kazanan kurumlar çoğu kez maliyetine katlanmaksızın karşı tarafın davranışlarını değiştirebilme gücüne sahip olurlar. Tarafların geçmiş performanslarıyla elde ettikleri şöhret, güven duygusunu artırmak için tek yöntem olmasa da önemli bir unsurdur. Örneğin, ayrılmanın ağır şekilde cezalandırıldığı bilinen kurumlarda ayrılma caydırılmış olur. Bu nedenle mafyadan, terörist organizasyonlardan ayrılmak güçtür. Bir başka örnek “Delidir ne yapsa yeridir” sözüyle ortaya konabilir. Bir delinin çılgın tehditlerine, aynı tehditlerin normal bir insan tarafından yapılmasından daha fazla inanılır. Dolayısıyla, delice davranışlarla elde edilen şöhret ileride tehditleri yerine getirmeden sonuç getirmeye yardımcı olur.
Ülkemizde sık sık tekrarlanan vergi affı, gecekondu affı gibi uygulamalar vatandaşların devlete olan güven duygusunu zedelemekte ve bu konuda vatandaşların nasıl olsa af çıkar inancıyla kanunlara uyma oranlarını azaltmaktadır. Dolayısıyla bu tip af kararları kısa vadede bir kazanç sağlasa da, uzun vadede yitirilen güvenin maliyeti çoğu kez bu kazanımları aşar. Tutarlı olmak ise bazen kısa vadede kayıplara yol açsa da, yarattığı güven duygusuyla değer artırır.

Güven yitiren davranışlar arasında (i) yalanın açığa çıkması, (ii) verilen sözden dönülmesi, (iii) açıkça söz verilmemiş bile olsa ilişkinin gerektirdiği kabul edilen davranışlardan sapılması sayılabilir.

Bazen güveni yokeden uygulamalar ilerisi için bağlayıcı bir şöhret oluşturabilir. Örneğin, vergi affı çıkarıldığında bundan yararlanmak isteyen herkesin cezalandırılması, bir sonrakinde kimsenin affa güvenmemesi sonucunu ortaya çıkaracağından, uygulamanın tekrarlanması konusunda caydırıcı bir adım olur. Elbette, böylesi bir uygulama, yaratacağı hukuki sorunların yanısıra, devlete duyulan güveni başka alanlarda da sarsacağı için önerilmemelidir.

Hayat oyunu bir bütündür. Dolayısıyla, hayat oyununda atılan her adım sadece o adımda elde edilen sonuçlarıyla değil, aynı zamanda güvenilirlik etkisiyle birlikte değerlendirilmelidir. Kısa vadeli kazançlar için güvenilirliliğini yitirenler, değerlerinden kaybederler.

Yaşam Kalitesi

“Eylemin başlangıcı düşünce değil, sorumluluk almaya hazır olmaktır.”
Dietrich Bonhoeffer

Daha güzel bir dünya ile birlikte daha güçlü, yurttaşları mutlu bir Türkiye, yeni bir binyıla girerken en temel ortak özlememiz. İnsanoğlunu diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biri de, özlemlerini gerçek kılmak için gerekli araçları yaratabilme ve çözüm üretebilme yeteneği. O halde bu, gerçekleştirilebilir bir özlem. Ancak önce yolun neresinde olduğumuzu doğru tespit edebilmemiz gerek.

Saygın ülke olmak için vatandaş mutluluğunda hem yüksek bir performans sağlamamız, hem de böylesi bir performansa ulaşmak için oluşturduğumuz modellerle dünyaya örnekler sunmamız gerekiyor. Yapılan bir çalışmaya göre, ülkemizdeki vatandaşların yaklaşık %75’i, başka bir deyişle, dörtte üçü mutsuz. AB ortalamasına baktığımızda bu oran %17. Gelir dağılımına baktığımızda 104 ülkeden 70. sıradayız. En üst gelir diliminde yer alan nüfusumuzun %1’i ayda 7.5 milyar TL ile geçinirken, en alt kesimdekiler ayda 32 milyonla yaşamını sürdürüyor. Nüfusumuzun %75’inin aylık geliri, 500 milyon TL.’nin altında. Yolsuzluk konusunda ise 99 ülke içinde 54’üncüyüz.

Ülkemizde insanlarımızın dörtte üçünün yaşamından memnun olmaması, önemli değişikliklere açık olmamız gerektiğini ortaya koyuyor. Son günlerde bizlere ümit veren bu türden bir değişim, yolsuzlukların üzerine gidilmesidir. Yolsuzlukla ilgili bilgiler bize ulaştığında, biraz daha hayrete düşüyoruz ve birçoğumuz bundan infial duyuyoruz. Ancak, toplumdaki yolsuzluğun yalnızca önümüze çıkanlarla sınırlı olmadığının bilincinde olmamız gerek. Eğer kaliteli bir yaşam istiyorsak, sorumluluk almalı, hesap verebilirliği ve tutarlılığı her birimiz yaşamalıyız. Örneğin trafik kurallarına ne kadar uyduğumuzu, uymayanları ne kadar uyardığımızı sorgulamalıyız. İskan izni olmayan konutlarda oturmayı nasıl içimize sindirdiğimizi düşünmeliyiz. Kendimize sormalıyız, herhangi bir sorumluluk isteyen pozisyona bir kişiyi yerleştirirken, ya da önerirken hangi ölçütleri temel alıyoruz? Onun “bizden” biri, yani hemşehrimiz, okul arkadaşımız, aynı çevreden bir kişi olmasını mı, yoksa onun varolan alternatifler içinde gerçekten en nitelikli, göreve en uygun, en ehil, kısacası “en iyi” olmasını mı?

Kendimizle giriştiğimiz hesaplaşmaya paralel olarak, toplumun önünde yeni bir ufkun açılması için harcanan çabalara, her birimiz kendi alanından katkıda bulunmalıyız. Sürekli gelişmenin gerçekleşebilmesi, hesap verebilirlik, görünürlük, saydamlık, tutarlılık ve etkinlik vazgeçilmez kavramlardır. Bunlardan korkmamalıyız. Her türlü kamu faaliyetlerin dış denetime açılmasının ne gibi bir sakıncası olabilir ki? Devlet sırrı, bankacılık sırrı gerekçesiyle kamu kaynaklarının kullanımı konusundaki bilgilerin vatandaşla paylaşılmasının ne gibi bir sakıncası olabilir? Vatandaşa, kendisine sunduğumuz hizmetlerle ilgili hesap vermekten kaçınmamızın ne gibi bir yararı olabilir?

Çağdaş uygarlık seviyesine yükselmek için Toplam Kalite Yönetimi’nde söylemin ötesine geçmek ve onu bir eyleme dönüştürmek için uygulamalara başlamalıyız. Sadece yolsuzlukla değil, aynı zamanda savurganlıkla ve verimsizlikle de mücadele etmeliyiz.

Uluslararası topluluğun saygın bir üyesi olarak ön sıralarda yerimizi almak için dünyaya iyi örnekler sunmalı, dünyaya katkıda bulunmalıyız. Bu şekilde baktığımızda, hedefimiz, öncelikli olarak Avrupa Birliği’ne girmek değil, AB’nin takip edeceği iyi örnekleri oluşturmak, Avrupa için vazgeçilmez bir duruma gelmek olmalıdır.

Yurttaşları daha mutlu, yaşanılası bir ülke yaratmak ve dünyanın ürettiği ortak akla, katkıda bulunmalıyız. Bu sürece kendimizden başlamalı, sorumluluklarımızı etkin bir biçimde yerine getirmeli, hesap verebilirliğimizi en üst düzeyde yaşamalı, belki de en önemlisi, “bizden olan” değil, “en iyi olanı” seçmeliyiz, önermeliyiz. Kısacası, özlemek, istemekle yetinmemeli, eyleme geçmeli, Toplam Kalite ilkelerini yaşamın her alanında benimsemeli, benimsetmeliyiz.

Yaşam Kalitesi

Yaşam kalitesi tanımı ve ölçülmesi güç bir kavram. Çünkü birbirinden farklı birçok boyutu içeriyor ve zaman, mekan ve kişiye göre farklılık gösteriyor. Bu nedenle, yaşam kalitesi göreceli, öznel bir kavramdır. Ancak, yaşam kalitesini “insanların birey ve topluluk olarak özlemlediklerini gerçekleştirebilmeleri” olarak tanımlamak bu dinamikliği, göreceliliği ve öznelliği de içinde barındırıyor. Çünkü, insanoğlunun belki de en önemli özelliklerinden birisi bulduğunla yetinmeyip, her zaman daha iyisine özlem duymasıdır. Gelişmenin temeli, bu daha iyiyi arama dürtüsüdür.

Bu nedenle yaşamda kaliteyi yakalama çabası, insanın her zaman daha iyiyi arama güdüsünü karşılama çabasıdır. Peki, insan yaşamda neleri arar? İşte bu sorunun cevabı binlerce yıldır, filozofları, bilim adamlarını, devlet adamlarını uğraştıran, her insanın kendisine zaman zaman sorduğu, ancak tek bir cevabı olmayan bir soru. Hatta farklı dini inançların bile ‘nirvana’ için farklı tanımları var. Zaten yaşamı tanımlayan da bir çok boyut var: insanın (i) yemek, su, barınma, uyku, sex gibi biyolojik ve fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanması, (ii) güvenlik, tehlikelerden korunma ihtiyaçlarının karşılanması, (iii) bir gruba ait olma, aile, ilişki kurabilme, sevgi görme ihtyaçlarının karşılanması, (iv) bağımsız davranabilme, toplumda saygın bir konum elde edebilme, başarılı olabilme ihtiyaçlarının karşılanması, (v) bilgi ve deneyimini geliştirme, yaşamda anlam bulabilme gibi zihinsel ihtiyaçlarının karşılanması, (vi) güzellik, sanatsal zenginlik gibi estetik ihtiyaçlarının karşılanması, (vii) kendini geliştirme, farklı deneyimler edinebilme gibi güdülerinin karşılanması, (viii) başkalarının kendilerini geliştirebilmelerine yardımcı olabilme güdülerinin karşılanması gibi.

Bu nedenle, bir toplumdaki yaşam kalitesinden bahsedilirken sadece yaşam süresinin uzunluğu veya gelir düzeyinin yüksekliği değil, tüm bu boyutlardaki çeşitliliğin ve elde edilen düzeyin de ifade edilmesi gerekiyor. Üstelik, bir toplumdan bahsederken sadece en iyilerin ulaştıkları seviye değil, aynı zamanda ortalama insanın ulaştığı seviye ve en mahrum konumda olanların durumlarını da değerlendirmek gerekiyor.

Yaşam kalitesini ölçmeye çalışan uluslararası kuruluşlar temel boyutları (1) uzun ve sağlıklı ömür, (2) bilgi ve eğitim düzeyi, ve (3) kişi başına gelir düzeyi olarak belirliyorlar. Ancak, bu boyutlara önemli birkaç kavramın daha dahil edilmesi gerekir. Örneğin, yaşam kalitesinin önemli bir boyutu da güvenliktir. Güvenlik kavramını sadece ulusal güvenlik veya asayişi korumak olarak değil, aynı zamanda insanların incinme, kaza, afet, açlık, işsizlik, hastalık ve şiddetten korunması olarak da değerlendirmek gerekir. Nitekim, ulusal tehditler açısından çok güvenli bir ülkede pek çok güvensiz insan bulunabilir. Bu nedenle, yaşam kalitesinin önemli bir boyutu da yaşam güvenliğini içeren yeni ve genişletilmiş bir güvenlik ortamı oluşturulmasıdır.

Yaşam kalitesini belirleyen önemli boyutlardan birisi de adil bir ortamda yaşayabilmektir. Adalet, insanın en köklü ihtiyaçlarından biridir. Haksızlığa uğradığımız duygusuna bir kere kapıldık mı, yaşamımıza kalite katan hiçbir şey zevk vermez olur. Adalet her bireyin, toplumun ve devletin saygı göstermesi gereken bir ilkedir. Adalet yalnızca eşit haklar veya yasaların herkese aynı şekilde uygulanması değildir, aynı zamanda gerçek fırsat eşitliği demektir.

Yaşam kalitesini belirleyen boyutlardan birisi de insan haklarına saygıdır. Geleneksel olarak insan hakları, hiç kimsenin cins, renk, ırk, dil, din, sosyal sınıf ya da politik inançlarından ötürü ayrımcılığa uğramaması temel ilkesine dayanır. Demokrasi de genel olarak oy verme hakkı, düşüncesini ifade etme özgürlüğü ve benzeri haklarla tanımlanır. Oysa artık insan hakları da, demokrasi de bunların ötesine geçiyor. Artık esas olan, insanların geleceklerini biçimlendirmede söz sahibi olmasıdır, kendilerini ilgilendiren konularda karar alma süreçlerine katılabilmesidir. Modern çağın insan hakları ve demokrasi kavramlarının içeriği budur. Yönetim kavramından, katılımı ve karşılıklığı ifade eden “yönetişim” kavramına geçişin temelinde de bu dönüşüm vardır.

Ancak, toplumsal açıdan yaşam kalitesini değerlendirirken sadece belli bir zaman kesitindeki durumu değil, aynı zamanda gelecek nesiller için nasıl bir ortam hazırlandığı konusu da değerlendirilmelidir. Zenginliğini sadece zevk ve sefa için kullanıp, gelecek nesillerin yetiştirilmesine yeterli kaynak ayırmayan veya bugünkü zenginlik için çevreyi kirletmekten çekinmeyip gelecek nesillere çözülmesi güç sorunlar bırakan toplumların da yaşam kalitesinin iyi olduğu söylenebilir mi? Bu nedenle, yaşam kalitesinin en temel boyutlarından birisi de sürdürülebilirliktir.

Yaşam kalitesini belirleyen bir boyut da sorumluluk üstlenerek başkaları için faydalı olabilmektir. Çünkü, paylaşma ve yardım davranışları ve bu davranışların sonucunda kişinin hissettiği manevi tatmin duygusu yaşam kalitesini arttırır.

Bu nedenle, yaşam kalitesini artırabilmek yaşamın her alanını içeren bir toplumsal hareketi gerektirir. Bir yandan her günün bir öncekinden daha iyi geçebilmesi için gerekli adımların toplumun her kesimi tarafından atılması sağlanırken, diğer taraftan da gerçekçi ama zorlayıcı beklentilerin oluşturulmasına önem verilmesi hem toplumsal gelişim hızının artırılmasına, hem de bu gelişim süreci içerisinde toplumsal mutluluk düzeyinin ve motivasyonun yüksek tutulmasına yardımcı olur.

E-Birey

“Başdöndürücü bir hız yaşandığı çağımızda geleceğin mirasçıları kendilerini yetiştirenler olacaktır”
Eric Hoffer

İnsanlık tarihi sonsuz bir gelişme serüveni. İnsan, doğa güçlerini kontrol altına alma ve onları daha güzel bir yaşam için kendi yararına kullanma mücadelesinde büyük ilerlemeler kaydetti. Atölyeden fabrikaya geçiş, pamuğu ipliğe dönüştüren ilk tekstil fabrikaları ve buhar makinalarının başlattığı sanayi devrimi büyük patlamalarla gerçekleşti. Sosyal yaşamda köklü dönüşümlere yol açtı.

Bugün de e-yaşamın hayatımızın her alanına girmesiyle yeni bir devrimi yaşıyoruz. Teknoloji sayesinde zaman ve mekan bağımlılığımız azalıyor. E-iş, e-ticaret, e-akıl gibi dilimize yeni giren sözcükler hep elektronik çağın iş yaşamında meydana getirdiği dönüşümleri ifade ediyor. Bu arada insan da dönüşüyor ve e-birey tanımlaması, işte bu dönüşümü ifade ediyor.

E-birey, elektronik çağda insan, hem büyük avantajlara, kendinden önceki kuşaklara göre büyük üstünlüklere sahip olan, hem de birçok sorunu aşması gereken bir insan. Başka bir deyişle elektronik çağ insan üzerinde hem çok büyük olumlu etkilere yol açıyor, hem de yeni görevler yüklüyor.

Bilgi Teknolojisi, sıradan bir yurttaşın birikimlerini değerlendirmeden, haberleşmeye kadar yaşamının bütün alanlarına girdi. Zamanımızı daha iyi kullanır, bilgi kaynaklarına çok daha kolay ulaşır olduk. Yüksek teknolojinin sağlık alanına girmesiyle ortalama insan ömrü hızla uzuyor. Eğitim büyük dönüşümlerden geçiyor. Dünyada çalışma süreleri kısalıyor, insanların kendilerini gerçekleştirmeye ayıracakları zaman çoğalıyor, yaratıcılık gelişiyor.

Ancak, toplum olarak bu çağın nimetlerinden faydalanabilmek için öncelikle eğitim sistemimizi değiştirmeliyiz. E-birey için tasarlanacak eğitim sistemi bilgi depolamak üzerine değil, düşünmeyi öğrenmek ve bilgiye ulaşabilmek üzerine kurgulanmalı.

Toplumsal değer yargılarımızda da önemli değişimleri sağlamalıyız. Örneğin, sadece yakın çevremize güvenen bireyler değil, dünyanın herhangi bir köşesinde birlikte değer yaratabileceklerimizle beraber çalışabilen bireyler olmalıyız; bilgiyi saklayan değil, onu paylaşan bireyler olmalıyız; çözümler için başkalarından (aile, devlet v.b.) beklenti içinde olan değil, kendi geleceğini şekillendiren bireyler olmalıyız; hayatın getirdiklerini kadercilikle karşılayan değil, geleceği planlayan ve onu istenilen yönde değiştirmek için çaba gösteren bireyler olmalıyız; “ben yaptım oldu” yaklaşımından uzaklaşıp, kullandığımız kaynaklar için hesap verme bilincine ulaşan bireyler olmalıyız.

Sonuç olarak e-yaşamda başarılı olacak e-birey, sorgulayıcı, araştırmacı, katılımcı, paylaşımcı, iletişim becerisi olan, insiyatif alan ve sorumluluk sahibi insandır. Toplum olarak geleceğe hazırlanmak istiyorsak, gerek eğitim sistemimizi, gerekse davranış biçimlerimizi bu özellikleri geliştirecek şekilde değiştirmeliyiz.

Fikrin Gücü

“Her devrim önce bir fikir olarak dogar.”
Ralph W. Emerson

Dünyayi degistiren ordular, silahlar veya ekonomik güç degil, fikir gücüdür. Ister sosyal, isterse bilimsel veya ekonomik olsun, en büyük devrimler yeni bir fikrin ortaya konmasi, paylasilmasi ve yayginlasmasi ile gerçeklestirilmistir. Bir fikir ne kadar hizla yayginlasir ve benimsenirse degisim de o kadar hizli ve etkili olur. Günümüzde fikirlerin paylasimini ve iletisimini kolaylastiran teknolojiler sayesinde fikirlerin yayginlasmasinin önündeki teknik engeller azaliyor. Ancak, insanlara ulasan bilgi bombardimaninin artmasi zihinlerde ilgi uyandirmayi ve tutundurmayi güçlestiriyor. Dolayisiyla, degisimi gerçeklestirebilmek için fikirlerin üretilmesi kadar, iyi pazarlanmasini da gerekli.

Bir fikrin pazarlanabilmesi için gerekli kosullari, ülkemizde degisimi saglamaya yönelik bir girisim olan Ulusal Kalite Hareketi (UKH) uygulamalari örnegi ile inceleyelim. Bir fikrin pazarlanabilmesi için öncelikle deger yaratma potansiyeli olmali. UKH, Toplam Kalite Yönetimi (TKY) ile kurumlarin performanslarini artirma ve dünya ile rekabet edebilme yeteneklerini gelistirme projesidir. Sadece ülkemizde degil, dünyada da TKY uygulayan kurumlarin ortalamanin çok üstünde performans göstermeleri UKH’nin deger yaratma potansiyelinin bir göstergesidir.

Ikinci faktör, hedef kitlenin belirlenmesi ve fikrin bu hedef kitle tarafindan benimsenmesinin saglanmasidir. UKH’nin hedef kitlesi ülkemizin dört bir kösesinde, farkli sektörlerde ve kurumsal yapilarda öncü olma güdüsüne sahip liderler ve kurumlardir. Okullardan hastanelere, karakollardan balikçi restoranlarina kadar çok farkli kurumlarin UKH’ne girmeleri ve bu kurumlarin benzerleri arasinda hizla farkli bir basari çizgisine gelmeye baslamalari TKY’nin ülkemizdeki topluma örnek olacak öncü kurumlar tarafindan benimsenmeye basladiginin bir göstergesidir.

Üçüncü faktör, mesajin basit ve net olmasi ve hedef kitle tarafindan tutarlilikla tekrarlanmasinin saglanmasidir. UKH, TKY’nin bir yasam felsefesi oldugunu ve uygulayanlarin basariyi daha hizla ve kalicilikla yakalayacaklari mesajini vermektedir. UKH’ne katilan kuruluslarin bu anlayisi sadece kendi kurumlarinda degil, çevrelerinde de yayginlastirmak için gösterdikleri yogun çaba ve KalDer’in her çevrede “kalite odagi” olmak isteyenlere sagladigi bilgi ve iletisim destegi mesajin tutarlilikla yayginlasmasina destek olmaktadir.

Dördüncü faktör, fikrin uygulanmasinin kolay olmasidir. UKH’nin en güç yönü kurumlarda davranis degisikliginin inanç ve sabir gerektirmesidir. Bu nedenle, hedef kitle seçilirken uygulamayi gerçeklestirecek liderlik özelligine sahip kisi ve kurumlara öncelik verilmekte ve TKY uygulamasinin ilk asamasi olan özdegerlendirme sürecini basitlestirici önlemler alinmaktadir.

Besinci faktör, basarili uygulamalarin özendirmesiyle fikrin moda haline gelmesidir. UKH’nin en büyük gücü UKH’ne katilan firmalarin performans düzeylerinde yaratilan farkliligin gerçekten özendirici olmasidir. Nitekim, UKH’ne en hizli katilim daha önce katilan firmalarin çevrelerinden olmaktadir.

UKH, ülkemizin dünya ile rekabette güçlenmesi ve toplumsal gelismenin hiz ve süreklilik kazanmasini saglayacak “bir yasam felsefesinin” yaygin olarak benimsenmesi hedefleyen bir degisim projesidir. Bu fikrin basariyla yayginlastirilabilmesi toplumsal refahimizin artmasina önemli katkilar saglayacaktir.

Değişim Yönetimi

“Değişim yaşam için yalnızca bir gereklilik değil, yaşamın ta kendisidir.”
Alvin Toffler

Şartların her zamankinden daha hızlı bir değişim sürecinde olduğu günümüzde, başarının sırrı değişimi yönetebilmekte yatıyor. Araştırmalar, kurumsal değişimi gerçekleştirebilen liderlerin bazı ortak özellikleri ve davranış biçimleri olduğunu gösteriyor.

Liderler öncelikle değişim için etkileyici bir vizyonun ortaya konulmasını sağlıyor. Peki, etkileyici bir vizyon nedir? Etkileyici bir vizyon, gelecek ile ilgili cazip bir hayali ortaya koyan, kararlara yön gösterecek kadar amaca odaklı, ancak inisiyatif kullanmayı özendirecek kadar esnek, kolaylıkla anlatılabilen ve değişime konu olanları heyecanlandıracak kadar gerçekçi olan bir hülyadır.

Liderler vizyonun yaratılması kadar, etkin olarak paylaşılmasını da önemsiyor. Bunun için mesajın basitliği, örneklerle zenginleştirilmesi, iletişimin sürekliliğinin sağlanması, zayıf noktaların gözardı edilmeksizin tartışılması ve hepsinden önemlisi liderin sadece sözleriyle değil, aynı zamanda davranışları ile de vizyonla uyumlu hareket etmesi gerekiyor.

İnanç olmaksızın değişim de olmaz. İnancın yaygınlaşmasında en etkin araç ise başarıdır. İşte bu nedenle, değişim süreci planlanırken uzun vadeli faydalar kadar, kısa vadeli kazanımlara da önem verilmelidir. Kısa vadeli kazanımların iletişiminin etkin bir şekilde gerçekleştirilmesi de bu faydaların hayata geçirilmesine yardımcı olur.

Kurumsal değişimi gerçekleştirmek için liderlerin, öncelikle kurum içinden ve dışından değişimi destekleyecek bir koalisyon kurmaya ihtiyacı var. Böyle bir değişimi destekleyen koalisyonda, yönetim kurulundan fabrikada çalışan işçiye kadar her kesimden ve özellikle çevresinde saygınlığı olan kişilerin bulunması, değişimin her platformda sahiplenilmesine yardımcı olur. Değişimi sahiplenenlerin değişimi gerçekleştirme beceri ve yetkinliklerine de sahip olmaları önem taşır. Çünkü vizyonu sahiplenenlerin söylem ve eylem birliği sağlayabilmeleri güvenin artmasına ve koalisyonun büyümesine yardımcı olur.

Değişimin kalıcı olmasını engelleyen en önemli unsurlardan biri de, kurumdaki bilgi ve performans yönetimi sistemlerinin yeni düzene uygun olarak yapılandırılmamasıdır. Eski değerleri yansıtan ve o değerleri korumak üzere kurulmuş olan teşvik sistemleri değiştirilmeden çalışanların yeniliklerle motivasyonunu sağlamak güçleşir. Aynı şekilde, yeni sistemin gerektirdiği bilgi düzeni kurulmazsa bilgiye dayalı karar verme süreci çalışmaz. Özellikle satın alma yoluyla büyüyerek dünyanın en değerli şirketi konumuna gelen Cisco’nun, satın aldığı şirketlerde ilk önce bilgi ve insan kaynakları yönetim sistemlerini değiştirerek yerine kendi sistemlerini getirmesi belki de değişim sürecindeki başarısının en önemli sırlarından birisidir.

Değişimi sağlayan liderler öncelikle özdeğerlendirme yapabilen, sürekli iyileşmeyi hedefleyen, insana değer veren, sürekli öğrenmeyi, şeffaflığı, iletişimi ve paylaşmayı bir hayat felsefesi olarak kabul eden ve bu anlayışı davranışlarına yansıtarak örnek olabilen kişilerdir.

Gelişmenin insan için ve ancak insanla gerçekleştirilebileceği bilinciyle, insanların zihinlerine ve yüreklerine hitap edebilen, kurumsal hülyaları gerçekleştirmek üzere değişimi sağlayan liderlere duyulan gereksinim her geçen gün daha da artıyor.